28 Haziran 2010 Pazartesi

HAMRA ABBAS@MİLLİYET

Minaresiz İstanbul nasıl olurdu?
Yasemin Bay

Hamra Abbas, İsviçre’de minarelerin yasaklanmasını sanat yoluyla protesto ediyor. ‘Şehir Manzaraları’ adlı sergide göreceğiniz İstanbul silüetlerinde hiç minare yok!
Dikkat çekici, farklı sesleri ağırlayan ‘Outlet İhraç Fazlası Sanat’ adlı sergi mekanına bu kez Pakistan kökenli güncel sanatçı Hamra Abbas konuk oluyor; ‘Şehir Manzaraları’ adlı ilk kişisel sergisiyle. Abbas’ın ilk kişisel sergisi dedik ama aslında sanatçıyı pek çoğumuz 2007 yılındaki 10. Uluslararası İstanbul Bienali’nde yer alan ve hayli ilgi gören ‘Aşk Dersleri’ adlı üç heykeliyle hatırlıyoruz.
Outlet’e girdiğimizde dikkatimizi ilk olarak Hamra Abbas’ın panoramik İstanbul fotoğrafları çekiyor. Tarihi yarımadayı gösteren bu fotoğraflarda bir şey eksik; minareler! Yarımadadaki camilerin hiçbirinin minaresi yok. Sanatçı İstanbul üzerine bir çalışma üretmeye karar verdikten sonra, henüz projesi düşünce aşamasındayken İsviçre’de minarelerin yasaklanması olayları gündeme gelmiş. Ve bu yasaklama onun çalışmasını, fikrini yönlendirmiş. “Şehir silüetleri ilk görünüşte İstanbul’un turistik fotoğrafları olarak düşünülebilir ancak bu çalışma şehrin tarihini ve karakterini göstermeye çalışan bir unsuru ortaya çıkaran fotoğraflardan oluşuyor” diyor Abbas.

“Hatıralar hep sokakta”
Her gün sabah 05.30 - 07.00 saatleri arasında farklı noktalardan fotoğraflamış tarihi yarımadayı. Fotoğraflarında minareleri yok ederek, aslında yasaklardan, değişimden bahsediyor; birileri tarafından alınan kararların ne kadar köklü bir değişikliğe neden olabileceğini gösteriyor aslında: “İstanbul’da en belirgin şey belki de minareler. İstanbul’u hem batıyı hem de doğuyu ilgilendiren yasağa karşı bir söylem olarak kullanıyorum aslında. Hatıralar hep sokakta. Sokakları dinleyerek hatıralara ulaşılabileceğimi düşünüyorum. Şehrin hatıralarını yok ettiğiniz zaman değişimler de fark edilmez. Minarelerin yasaklanması aynı zamanda değişimin geniş çerçevesini oluşturdu. Önemli olan o değildi, oradan gelen değişimdi. Değişimin ve gücün kullanım şekliydi önemli olan. Bir fikrin bu kadar kolay silinmesi, yok edilmek istenmesi beni ilgilendiren tarafıydı.”

CAMBRIDGE’DE GENÇ BiR KADIN
Fotoğrafların ardından kıpkırmızı çerçeveli, 59x46 cm ebatlarında bir minyatür resim karşılıyor bizi. Genç bir kadın, başında kepi, elinde çiçekler... Mezuniyetinin hemen sonrası... Güneşli bir gün; Cambridge’deki Charles Nehri’ni ardına almış, mutlu bir yüz... Ama görünenin ardı çok acı. Abbas’ın bu kadın portresi Aafia Siddiqui’ye ait. Pakistan asıllı nörobilimci Siddiqui, doktorasını dünyanın en iyi üniversitelerinden biri olan MIT’den aldı. Fakat Amerikan hükümeti tarafından El Kaide‘nin çekirdek kadrosunda olmakla suçlanıyor. Böyle bir bağlantısı olduğu belirsiz oysa ki. Bu resimdekinden çok farklı artık Siddiqui, çünkü bir dolu işkence görmüş! Abbas bu hüzün dolu resmiyle Siddiqui’nin nefesi oluyor adeta.
Sanatçı bir de videosunu sunuyor sergide. Videosunun adı da çok ilginç: ‘Neden yalan eller alkış tutamaz?’ Sanatçı bu video için alçıyla ellerinin bir kopyasını yapmış. Bu alçıdan ellerle alkış tutuluyor videoda. Ama tabii eller her alkış denemesinde parçalanıyor. Ve de sanki bomba patlıyormuş gibi bir ses çıkıyor, her bir denemede. Yerde ise kırılmış, un ufak dağılmış parmaklar ve eller... Abbas bu videosuyla aslında bir şeyin anlamının nasıl boşalabileceğini, herhangi bir eylemin birden ne kadar farklı bir şeye dönüşebileceğini anlatmayı amaçlıyor.
Kaçırılmaması gereken bir sergi ‘Şehir Manzaraları’. Görmek için 17 Temmuz’a kadar vaktiniz var. (0212) 245 55 05

HAMRA ABBAS@HÜRRİYET

Hey Corç, bu kadın buhar olup uçtu mu
Ezgi Başaran

Bilmem kaçıncı kez kanımı donduran bir insan hikayesini bir sanatçıdan öğreniyordum. Türk basınının hiç ilgisini çekmemişti dünyanın en iyi bilim insanlarını yetiştiren MIT’den mezun Pakistanlı nörobilimci Dr. Aafia Siddiqui’nin başına gelenler

Tophane’deki Outlet sanat galerisinin duvarında kan kırmızı bir çerçevenin içine minyatür tekniğiyle işlenmiş mutlu bir mezuniyet fotoğrafını gördüğüm bu kadın artık sadece pratik olarak vardı.
Teoride ruhunu ABD’nin yargısız infazına, envai çeşit işkence yöntemleriyle bezeli sorgu sualine teslim etmişti.
N’olur dikkatlice dinleyin; 11 Eylül’den sonra kendisini daima terör saldırısı altında hissettiğinden hem kitleleri hem de özel olarak bazı bireyleri imha etmeyi hak tellaki eden bir kabadayı devletin yapabileceklerini göreceksiniz. Dr. Siddiqui’ninki ders çıkarılacak bir hikaye.
Üç çocuklu, dindar bir Müslüman olan Siddiqui’nin nahoş bir biçimde boşandığı ilk kocası ve ikinci kocasının amcası 11 Eylül’den sonra FBI tarafından sorgulanmıştı. Sözkonusu amca ‘Waterboarding’ (yere yatırılan kişinin suratına daimi olarak az tazyikli su boşaltılıyor ve bu, kişide boğulma hissi yaratıyor) adı verilen işkence yöntemiyle 180 kez sorgulandıktan sonra Aafia’nın El Kaide’yle ilişkisi olduğunu söyleyivermişti. Aafia bir anda dünyanın en tehlikeli ve aranan teröristi ilan edildi. Bundan kısa süre sonra 1 Mart 2003’te üç çocuğuyla ortadan kayboldu. 5 yıl boyunca hiç haber alınamadı ama iddialar Aafia’nın Afganistan’daki ABD üssünde yer alan bir hapishanede hayalet tutuklu olarak gözaltında olduğu yönündeydi. ABD hükümeti tabii ki bunu yalanladı.
17 Temmuz 2008’de Afganistan’da sefil vaziyette ortaya çıktı Aafia. Bitap koluna taktığı çantasında ölümcül virüsler ve biyolojik silah yapmaya yarayan kimyasallar bulunduğu iddia edildi. İlk uçakla ABD’ye postalandı ve hapse atıldı. Amnesty International’ın (Uluslararası Af Örgütü) adil olup olmayacağından şüphe ettiği için bir temsilci gönderdiği dava Ağustos’ta sona erecek. En iyi ihtimalle 30 yıl, en kötü ihtimalle müebbet hapse çarptırılacak.
Aafia gerçekten bir terorist olabilir mi? Ailesi, arkadaşları, üniversiteden tez hocaları ve öğrencilerine göre imkan yok, mizacına aykırı. Ama olabilir de, MIT (Massachusetts Institute of Technology) mezunu olması, ılımlı bir genç kadın olarak tanınması bu ihtimali dışlamıyor.
Ben burada avukatlık yapmıyorum, hikayeyi dinlediğim sanatçının samimiyetinden başka hiçbir şeye kefil olamam. Zaten mesele de bu değil. Terör endişesinin insanlara işkence edilerek bilgi alınmasını, bazılarının yıllarca ortadan kaybolmasını mübah kılması...
Aafia, Amerikan rüyasının bu devirde yabancılar için her an nasıl kabusa dönüşebileceğini gösteriyor. Parlak, zeki, eğitimli mutlu genç bir kadındı. Şimdi akli dengesini yitirmiş, çocuklarının akibeti hala bilinmeyen, terörist damgası yemiş, müebbetlik bir zavallı. Teorik olarak o artık yok.
Tüm bunlara Outlet sanat galerisindeki Hamra Abbas’ın müthiş sergisi sayesinde vakıf oldum.
Vakit ayırın ve gidin. Terörle yaşayan bir ülke olarak sağduyunun ve zihni öfkeye boğmadan sarih tutarak kararlar almanın ne kadar önemli olduğunu görmek için.

HAMRA ABBAS@SABAH

Minaresiz bir İstanbul olur mu?

Şebnem KIRMACI

Pakistanlı Hamra Abbas, İstanbul'da açtığı ilk kişisel sergisinde İsviçre'deki minare yasağını sorguluyor. Ve İstanbul silüetindeki camileri minaresizleştirerek çektiği fotoğraflarda, izleyenleri bir kenti ve bir uygarlığı yeniden düşünmeye davet ediyor

2007 yılında Aşk Dersleri adını verdiği üç heykelle 10. İstanbul Bienali'ne katılan ve çok ses getiren Pakistan kökenli sanatçı Hamra Abbas ilk kişisel sergisi ile Outlet Galeri'de. Hamra Abbas, İsviçre'de minare yasağının 'İslami tahamülsüzlük sembolü' olarak tanımlandıktan sonra oy birliğiyle yasaklanmasının kabul edilmesinden yola çıkarak İstanbul'un Haliç manzarasında yer alan tüm camilerinin minaresini yok ettigi fotoğraflarıyla bu şehire ve ülkeye dair her şeyi sorgulamaya açıyor.

- 10. İstanbul Bienali'nin en çok ilgi gören işlerinden biri sizin Lessons on Love (Aşk Dersleri) adlı üç heykel seriniz oldu.
- O dönem iki ay İstanbul'da kaldım: Her gün Antrepo'da çalışarak bu üç heykeli çıkardım ortaya. Çok provakatif bir konuyu eğlenceli tarafından ele almaya çalıştım. Tepkiler aldım tabii, çok kötü şeyler de söylendi.

- Ne gibi?
- İşin pornografik olduğu hakkında konuşuldu ama önemsemedim bunları, güldüm geçtim. Pakistan'a döndüğümde İKSV bana işimin ve benim hakkında çıkan tüm yazıların çıktığı bir dosya yolladı; işin ne kadar ilği gördüğünü ve ne kadar ses getirdiğini o zaman anladım. Bir ay kadar önce geldim buraya ve istisnasız kiminle tanışsam ve karşılaşsam Bienal'deki işimi hatırladığını söyledi bana. Bunun dünyanın neresinde olursa olsun bir sanatçıya çok sık olacağını zannetmiyorum. Üstelik üç sene geçmiş aradan! Bu çok özel bir durum ve bunun farkındayım.

- Bu şehrin hafızasına kazınmış olmak İstanbul'u farklı bir yere koymanıza sebep oldu mu?
- Hem de nasıl... Ben hep İslam mimarisi, kültürü ve tarihi ile çok yakından ilgiliyim zaten. Bu şehir benim için kültürel ve coğrafi anlamdaki konumlarından dolayı çok özel oldu hep. İstanbul bana ilham veriyordu ve üstüne üstlük burada yaşayan halk benim bundan üç sene önce yaptığım işi hâlâ hatırlıyor. Bundan daha güzel ve değerli ne olabilir?

- Bu sergiyi İsviçre'de oy birliğiyle minare yasağının kabul edilmesinden sonra mı düşündünüz?
- Yola çıkış noktam kesinlikle bu gelişmelerdi. Bir de şöyle düşündüm: İstanbul bir minare şehri. İstanbul'u düşününce benim de herkes gibi aklıma minareler geliyor. İstanbul ve minareler arasında çok doğal bir bağ var. Kentin genel görünümünden minareleri çıkarmak eylemi çok basitti ama çok önemliydi çünkü İstanbul minareleri ile bilinen bir şehir. Bir insanın New York'u gökdelenlerle bağdaştırması için New York'u görmüş olması gerekmez. Tıpkı bunun gibi İstanbul'un minareleri de bir o kadar kanıksanmış durumda. Yüzyıllık kartpostalların en belirgin sembolüdür minareler. Ben İstanbul'un kartpostallarından yola çıkarak tam da bu kartların fotoğraflandığı noktalardan İstanbul manzaraları çekmeye başladım. Ve ardından çok basit bir eylemle minareleri yok ettim. Belki insanlar fark etmeyecek bile. Türk olmayan birinin fark etmeme ihtimali de var. Ben, İstanbul'un bir gecede değiştiğini hayal ettim.

- Minareler Müslüman dünyada daha geniş bir sosyo-kültürel ve estetik çerçevenin parçası olduğu söyleminden yola çıkıyorsunuz, değil mi?
- Evet, çok farklı algılanıyorlar. Bakış açısı kazandırmak için sizinle paylaşmak istediğim bir şey var. İsviçre'de minarelerin yasaklanaması konusunda yapılan referandum öncesinde 'Shoot The Minaret' (Minareyi Vur) adlı bir bilgisayar oyununun ortaya çıktığını, hatta bu oyunun kısa zamanda çok popüler olduğunu öğrendim.

- Çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede minarelerin olmadığı bir İstanbul fotoğrafı nasıl algılanır?
- Minareler bir şehrin bellek organı olarak işlev görüyorlar bence. Her gün yükseklerden aşağıda olup bitenlere tanık oluyorlar. Bu yüzden şehrin hafızası bu minareler. Şehir bu minareler sayesinde her sabah ilk ışıklarla kim olduğunu yeniden hatırlıyor. Bu açıdan biraz şiirsel yaklaştım sayılır. Bir itirafta bulunayım. Biz Pakistan'da İstanbul'a hep biraz nostalji ile yaklaşırız. Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye'nin şu an dünyadaki konumuna öykünürüz. Pakistan, Türkiye gibi geleneklerine sahip çıkmayı başaramadı. Bunun içine camiler de dahil. Bu yüzden biraz romantik yaklaşıyorum bu işe. Aklımda sonuç olarak hem politik, hem romantik hem de kültürel bir öykü oluştu sanki. Çok minimal bir ifadesi olan ve çok direk fotoğraflar bunlar aslına bakarsanız. Fazla drama yok içlerinde, çok basit.

- Pakistanlı bir kadının minyatürden yaptığınız minicik bir portresi... Ama hikâyesi inanılmaz bu işin..
- Kadın portresi Aafia Siddiqui'ye ait; Pakistanlı bir nörobilimci olan Siddiqui, Amerikan hükümeti tarafından El Kaide'nin çekirdek kadrosunda olmakla suçlanmakta. Bazılarınız bu görüntüyü internet, TV veya yazılı basında görmüş olabilirsiniz. Şu an Brooklyn, Metropolitan Hapishanesi'nde yatıyor. Aafia, Pakistan'da 9/11 sonrası Amerika'nın Müslümanlara uyguladığı zulmün mağduru olarak görülüyor. Müşerref rejimi döneminde çok sayıda insan kayboldu ve bu insanların birçoğu halen kayıp. 2003 martında ortadan kaybolan Aafia ve üç kızı yıllar sonra, 2008'de Afganistan'da ortaya çıktı. Aafia'nın güneşli bir günde, Cambridge'deki Charles Nehri'nin yanında mezuniyet cüppesi içinde dururken elinde bir demet çiçek ve dudaklarında gülümseme ile çektirdiği bu fotoğraf çok ilgimi çekti.

- Şehir Manzarası, minarelerin kaybolduğu bir İstanbul'u gündeme getirecek. Bu kadar hassas ve sömürüye açık bir konuda iş yapmadan önce endişe ettiğiniz oldu mu?
- İnanın bana bu konuyu en başından beri çok düşündüm. Benim eşim İslam tarihi hocası; onunla uzun uzun fikir alışverişi yaptık. Bu işin tepkiler ve eleştiriler alabileceği ihtimalinin farkındayım ve hepsine açığım. Eleştirilmesini anlayışla karşılayacağım.


24 Haziran 2010 Perşembe

18 Haziran 2010 Cuma

HAMRA ABBAS "CITYSCAPES" @OUTLET// 23JUNE-17JULY


Outlet//Independent Art Space will be hosting the solo show of Hamra Abbas, an artist who participated in the 10th Istanbul Biennial The photographic works realized in Istanbul, including a new video by the artist, will be on display between the 23rd of June and 17th of July in the gallery space.

Hamra Abbas’ works engages with “traditional” narratives and motifs, often in a playful manner. By appropriating culturally loaded imagery and iconography, and transforming them into new works that are experienced in space and time, she creates new platforms from which to view notions of cultural ownership, tradition, exchange and power.

The artist’s recent project entitled “Cityscapes” is realized in Istanbul. “Cityscapes” is a series of photographs of Istanbul’s iconic landscape. However, in this image, the landscape is deprived of its essential element that gives the city its history and its character.

This project was developed after the recent minaret crisis in Europe, and especially after Swiss voters’ approval of the ban on the construction of minarets. For a long time, minarets have been perceived as symbols of political Islam in Western imaginaire. As for the Muslim world, minarets hold a wider significance that encompasses cultural, social, and aesthetic dimensions as well. Hamra Abbas invites the audience to view minarets as repositories of poetic memory that keeps the present both anchored and pulsating.

Hamra Abbas was awarded a Jury prize at the Sharjah Biennial 9: Provisions for the Future in 2009. Abbas’ work has been included in 4th International Biennial of Contemporary Art, Baku, Azerbaijan; International Artist’s Workshop of 2nd Thessaloniki Biennial; 2nd International Incheon Women Artists Biennale, Korea (2009); Guangzou Triennial (2008), 10th Istanbul Biennial (2007), Sydney Biennial (2006) and Cetinje Biennial (2004). Her work has also been exhibited at V&A Museum, London; ifa Gallery, Berlin; Royal Ontario Museum, Toronto; Asia Society Museum, New York; San Francisco Art Institute, Pacific Asia Museum and REDCAT, California. Abbas has been awarded residencies and scholarships by numerous institutions. The artist lives and works in Boston and Islamabad.

9 Haziran 2010 Çarşamba

Kâr getirmeyen her şey dışarı!

AZRA TÜZÜNOĞLU (Arşivi)

İSTANBUL - Kentsel dönüşüm, mutenalaşma, soylulaşma adı ne olursa olsun, pratikte yaşanan süreci tanımlayan temel mesele, neo-liberal devletin rantının, karlılığının kamu yararının önüne geçmesi. Dün Sulukule’de bugün Gülsuyu-Gülensu’da yaşadığımız, yarın kent merkezindeki tarihi okullarda yaşayacağımız süreç, devletin şirketleşmesi ve kamuyu müşteri sanma yanılgısı. Kamu müşteri olunca, parası olanlarla olmayanlar arasındaki ayrışma en sert noktasına ulaşıp, kentsel tecavüzler ardı ardına geliyor. Bu memleketten belki seri katiller çıkmıyor ama sonuçta biz seri tecavüzcülere alışkınız. Kaderine boyun eğmemenin yolu da belki onları afişe etmekten, ses çıkarmaktan, kentin en çok kentlisinin olduğunu unutmamaktan geçiyor.
Geçtiğimiz gün Yıldız Teknik Üniversitesi’nin çalışanlarına ve öğrencilerine sorulmadan taşınması kararına karşı verilen tepki bir sergi vasıtasıyla gerçekleşti. Bilindiği gibi, üniversitenin Beşiktaş Yıldız’daki kampüsü Davutpaşa’ya taşınıyor. Kentin bu endüstriyel bölgesine, ilk etapta taşınmasına karar verilen fakültelerden biri Sanat ve Tasarım Fakültesi oldu. Sanatla uğraşan insanların sanat merkezlerinin bu kadar uzağında bir yere gönderilmesi haliyle epey tepki çekti.

Değerli alan turistlere
Bütün üniversiteyi ilgilendiren bu meselenin kıyısında, küçük bir kalabalık belki de son kez orada bir araya geldi. Savunulan, basit bir taşınmadan çok bu taşınmanın arkasında yatan sebepler, bu sebeplerin hiçbir kamu yararı gözetmemesine rağmen göz göre göre gerçekleştirilmesi, yoksulların, kâr getirmeyenlerin şehir dışlarına itilmesi, üretimin şehir merkezinden silinmek istenmesi, ve nihayetinde ‘değerli’ alanların turistlere bırakılarak şehrin bir yüzeye indirgenmek istenmesi...
Yıldız Üniversitesi’nde 18 Haziran’a dek sürecek Afişe sergisi bahanesiyle kentsel-toplumsal muhalefetin nasıl güçlenebileceğini Yıldız’ın eski öğrencisi Burak Delier ile, Yıldız ve Mimar Sinan’ın öğretim üyeleri Eviner ve Akay’a sorduk.

Burak Delier: Bir nevi ‘şirket devlet’
Neo-liberal politikalara karşı İstanbul ölçeğindeki mücadelelere bakıldığında bir dizi başarısızlığın izini sürebiliyoruz. Dünyadaki gelişmeler göz önüne alıdığında İstanbul bir istisna değil. Bu süreçlerden ders çıkartıp muhalefeti nasıl örgütlememiz gerektiğini tekrar düşünmeliyiz. Kamusallığı, ortadan kalkmış ‘sosyal devlet’ hala oradaymış gibi, öteki tarafta hatasından dönmeye istekli bir ‘baba’ varmış gibi savunamayız. Kamusallığa, eşitliğe, özgür ifadeye ve diyaloğa temelden düşman salt ekonomik, militer ve kaba siyasi güce dayanmış riyakâr şirket-devletlerin egemenliğinde yaşıyoruz. Bu anlamda kamu üniversitelerinin ve kentsel ‘paryalar’ın hedef alınması şaşırtıcı değil. Çünkü ancak bu iki grubun eşitlikçi işbirliği ile kurulacak özerk yapılar duvarda bir çatlak açabilecek yeteneğe sahip. Süreç biz doğru olanı, saygı değer ‘devlet-şirket baba’ya söyledik diye durmadı ve durmuyor. Babayı babaya şikâyet etmekten vazgeçip, başta ‘büyüme’ ve ‘kârlılık’ fikirleri olmak üzere liberal kapitalist ideolojinin sacayaklarını tartışmaya açıp alternatifleri canlandırmamız gerekiyor.

İnci Eviner: ‘Bu yaratıcı bir eleştiri’
Sanat ve Tasarım fakültesi 12 yıl once interdisipliner bir yapıda, sanatın bir bağımsızlık ve aynı oranda toplumsal bir sorumluluk olarak dünyaya eklediği eleştirel-sanatsal bilginin olanaklarını tartışmak üzere kurulmuştu. Bu yapının ideal formuna ulaşması için daha fazla zamana ve daha fazla özgürlüğe ihtiyacı olduğu kesin, yine de amaçları ve şimdiye kadar gerçekleştirdikleri ile önemli bir örnek olmayı başardığını düşünüyorum. Diğer akademilerin tersine sanat ve tasarım fakültesi, mekanlarını düşünen, yazan, eleştiren, yaratan birey olarak sanatçı adaylarının kendilerini gerçekleştirmeleri için dinamik bir platform olanağı sundu. Bu nedenle Afişe etkinliği, içinde bulunduğumuz durumun yani sanatın gereksiz bir fantazi olarak algılanıp dışlanan bir anlayışa karşı yaratıcı bir eleştiri etkinliğidir.

Ali Akay: Aynı şey Avrupa’da da var
Yıldız Teknik Üniversitesi’nin Sanat ve Tasarım Bölümü’nün şehrin ‘perif-merkezlerine’ doğru taşınması konusu, üniversitelerin merkezi idaresinin hükümranlığını bize sergilemektedir. Hükümranlık, daha çok ‘modern-öncesi’ bir kavram. Bu mesele sadece bir ‘mutenalaşma’ sorunsalı değil, aynı zamanda iktidarın en arkaik şekillerinin en postmodern küreselleşmiş ekonomiyle içiçe geçebildiğini de göstermektedir. Üniversite öğrencileri, öğretim üyeleri ve görevlilileri - statüleri ne olursa olsun- rant makinasında boyunduruk altına alınmıştır. Üniversitenin ideolojik olarak ‘üstkodlaması’ bugün rant ekonomisine yaslanmakta ve üniversiteleri kısmi ve parçalı şekilde rant alanlarından uzaklaştırmayı hedeflemekte. Bu, sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da da yaşanan bir süreçt. Paris’de, 1980’de Paris VIII’in banliyöye sürülmesi veya Londra Middlesex Üniversitesinin Felsefe Bölümünün kapatılması kararı benzer süreçlerde işlemektedir.

2 Haziran 2010 Çarşamba

AFİŞE//YTÜ SANAT VE TASARIM FAKÜLTESİ



AFİŞE

Basın Bülteni

4 – 18 haziran 2010

Açılış: 04 Haziran 2010, Cuma
Saat: 17.30 – 20.00
Yer: Yüksel Sabancı Sanat Merkezi

Afişe sergisi, günümüzde üniversitelerin halen özgür ve yaratıcı fikirlerin tartışıldığı mekanlar olduğuna inanan Y.T.Ü. Sanat ve Tasarım Fakültesi’nden yolu geçmiş bir grup sanatçının, fikir alışverişleri, toplantılar, yazışmalar ve okumalar sonucu gerçekleştirdiği bir etkinliktir.

Sergi sadece mevcut durumu tespit ve “afişe” etmek üzerinden kurulmuyor. Sorunu daha geniş bir ölçekte ele almayı, tartışmayı var olan tartışmalara eklemleyecek açık uçlu bir süreci başlatmayı amaçlıyor.

Kent ve dünya ölçeğinde farklı coğrafyalarda bir takım kurumlar, alışkanlıklar, pratikler ve deneyimler, tepeden inmeci yönetişim anlayışı ile hakim piyasacı eğilimlere teslim ediliyor. Bu eğilimler her türlü artı değer, kar, fayda ve verimlilik retoriği eşliğinde kendini meşrulaştırıyor. Bu “yaratıcı yıkım”ın kendini meşrulaştırma yollarının izlerini, Emek Sineması’nın yıkılması sürecinde, Beyoğlu Olgunlaştırma Enstitüsü’nün sessiz sedasız satılması gerekçelerinde, Middlesex Üniversitesi Felsefe Bölümü’nün kapatılmasında, Bologna Süreci olarak adlandırılan, üniversitelerdeki bilgi üretim sürecini neoliberal koşullara göre esnetmeyi amaçlayan programın hedeflerinde sürebiliriz.

Bu meseleleri dert edinen Afişe sergisi, kendi durduğu yerden, sanatın dönüştürücü enerjisini arkasına alarak; ürettiği afişler, açılışta planlanan yemek ve şenlik aracılığı ile herkesi süreci konuşmaya, bu sorumluluğu “neşe”yle paylaşmaya ve söz üretmeye davet ediyor.

Performans: “Modern Zamanlar” Saat: 19.00

Katılımcılar: .-_-., Ahmet Öğüt, Burak Delier, Ekin Saçlıoğlu, Erinç Seymen, Güneş Terkol, İnci Eviner, İz Öztat, Önder Özengi, Özgür Erkök, Seda Hepsev, Sergin Keyder, Şafak Çatalbaş, Zeren Göktan, Zeynep Günsür, Züleyha Altıntaş.

Adres: Yüksel Sabancı Sanat Merkezi,
Yıldız Teknik Üniversitesi, Yıldız Kampüsü, Beşiktaş.