28 Haziran 2010 Pazartesi

HAMRA ABBAS@SABAH

Minaresiz bir İstanbul olur mu?

Şebnem KIRMACI

Pakistanlı Hamra Abbas, İstanbul'da açtığı ilk kişisel sergisinde İsviçre'deki minare yasağını sorguluyor. Ve İstanbul silüetindeki camileri minaresizleştirerek çektiği fotoğraflarda, izleyenleri bir kenti ve bir uygarlığı yeniden düşünmeye davet ediyor

2007 yılında Aşk Dersleri adını verdiği üç heykelle 10. İstanbul Bienali'ne katılan ve çok ses getiren Pakistan kökenli sanatçı Hamra Abbas ilk kişisel sergisi ile Outlet Galeri'de. Hamra Abbas, İsviçre'de minare yasağının 'İslami tahamülsüzlük sembolü' olarak tanımlandıktan sonra oy birliğiyle yasaklanmasının kabul edilmesinden yola çıkarak İstanbul'un Haliç manzarasında yer alan tüm camilerinin minaresini yok ettigi fotoğraflarıyla bu şehire ve ülkeye dair her şeyi sorgulamaya açıyor.

- 10. İstanbul Bienali'nin en çok ilgi gören işlerinden biri sizin Lessons on Love (Aşk Dersleri) adlı üç heykel seriniz oldu.
- O dönem iki ay İstanbul'da kaldım: Her gün Antrepo'da çalışarak bu üç heykeli çıkardım ortaya. Çok provakatif bir konuyu eğlenceli tarafından ele almaya çalıştım. Tepkiler aldım tabii, çok kötü şeyler de söylendi.

- Ne gibi?
- İşin pornografik olduğu hakkında konuşuldu ama önemsemedim bunları, güldüm geçtim. Pakistan'a döndüğümde İKSV bana işimin ve benim hakkında çıkan tüm yazıların çıktığı bir dosya yolladı; işin ne kadar ilği gördüğünü ve ne kadar ses getirdiğini o zaman anladım. Bir ay kadar önce geldim buraya ve istisnasız kiminle tanışsam ve karşılaşsam Bienal'deki işimi hatırladığını söyledi bana. Bunun dünyanın neresinde olursa olsun bir sanatçıya çok sık olacağını zannetmiyorum. Üstelik üç sene geçmiş aradan! Bu çok özel bir durum ve bunun farkındayım.

- Bu şehrin hafızasına kazınmış olmak İstanbul'u farklı bir yere koymanıza sebep oldu mu?
- Hem de nasıl... Ben hep İslam mimarisi, kültürü ve tarihi ile çok yakından ilgiliyim zaten. Bu şehir benim için kültürel ve coğrafi anlamdaki konumlarından dolayı çok özel oldu hep. İstanbul bana ilham veriyordu ve üstüne üstlük burada yaşayan halk benim bundan üç sene önce yaptığım işi hâlâ hatırlıyor. Bundan daha güzel ve değerli ne olabilir?

- Bu sergiyi İsviçre'de oy birliğiyle minare yasağının kabul edilmesinden sonra mı düşündünüz?
- Yola çıkış noktam kesinlikle bu gelişmelerdi. Bir de şöyle düşündüm: İstanbul bir minare şehri. İstanbul'u düşününce benim de herkes gibi aklıma minareler geliyor. İstanbul ve minareler arasında çok doğal bir bağ var. Kentin genel görünümünden minareleri çıkarmak eylemi çok basitti ama çok önemliydi çünkü İstanbul minareleri ile bilinen bir şehir. Bir insanın New York'u gökdelenlerle bağdaştırması için New York'u görmüş olması gerekmez. Tıpkı bunun gibi İstanbul'un minareleri de bir o kadar kanıksanmış durumda. Yüzyıllık kartpostalların en belirgin sembolüdür minareler. Ben İstanbul'un kartpostallarından yola çıkarak tam da bu kartların fotoğraflandığı noktalardan İstanbul manzaraları çekmeye başladım. Ve ardından çok basit bir eylemle minareleri yok ettim. Belki insanlar fark etmeyecek bile. Türk olmayan birinin fark etmeme ihtimali de var. Ben, İstanbul'un bir gecede değiştiğini hayal ettim.

- Minareler Müslüman dünyada daha geniş bir sosyo-kültürel ve estetik çerçevenin parçası olduğu söyleminden yola çıkıyorsunuz, değil mi?
- Evet, çok farklı algılanıyorlar. Bakış açısı kazandırmak için sizinle paylaşmak istediğim bir şey var. İsviçre'de minarelerin yasaklanaması konusunda yapılan referandum öncesinde 'Shoot The Minaret' (Minareyi Vur) adlı bir bilgisayar oyununun ortaya çıktığını, hatta bu oyunun kısa zamanda çok popüler olduğunu öğrendim.

- Çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede minarelerin olmadığı bir İstanbul fotoğrafı nasıl algılanır?
- Minareler bir şehrin bellek organı olarak işlev görüyorlar bence. Her gün yükseklerden aşağıda olup bitenlere tanık oluyorlar. Bu yüzden şehrin hafızası bu minareler. Şehir bu minareler sayesinde her sabah ilk ışıklarla kim olduğunu yeniden hatırlıyor. Bu açıdan biraz şiirsel yaklaştım sayılır. Bir itirafta bulunayım. Biz Pakistan'da İstanbul'a hep biraz nostalji ile yaklaşırız. Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye'nin şu an dünyadaki konumuna öykünürüz. Pakistan, Türkiye gibi geleneklerine sahip çıkmayı başaramadı. Bunun içine camiler de dahil. Bu yüzden biraz romantik yaklaşıyorum bu işe. Aklımda sonuç olarak hem politik, hem romantik hem de kültürel bir öykü oluştu sanki. Çok minimal bir ifadesi olan ve çok direk fotoğraflar bunlar aslına bakarsanız. Fazla drama yok içlerinde, çok basit.

- Pakistanlı bir kadının minyatürden yaptığınız minicik bir portresi... Ama hikâyesi inanılmaz bu işin..
- Kadın portresi Aafia Siddiqui'ye ait; Pakistanlı bir nörobilimci olan Siddiqui, Amerikan hükümeti tarafından El Kaide'nin çekirdek kadrosunda olmakla suçlanmakta. Bazılarınız bu görüntüyü internet, TV veya yazılı basında görmüş olabilirsiniz. Şu an Brooklyn, Metropolitan Hapishanesi'nde yatıyor. Aafia, Pakistan'da 9/11 sonrası Amerika'nın Müslümanlara uyguladığı zulmün mağduru olarak görülüyor. Müşerref rejimi döneminde çok sayıda insan kayboldu ve bu insanların birçoğu halen kayıp. 2003 martında ortadan kaybolan Aafia ve üç kızı yıllar sonra, 2008'de Afganistan'da ortaya çıktı. Aafia'nın güneşli bir günde, Cambridge'deki Charles Nehri'nin yanında mezuniyet cüppesi içinde dururken elinde bir demet çiçek ve dudaklarında gülümseme ile çektirdiği bu fotoğraf çok ilgimi çekti.

- Şehir Manzarası, minarelerin kaybolduğu bir İstanbul'u gündeme getirecek. Bu kadar hassas ve sömürüye açık bir konuda iş yapmadan önce endişe ettiğiniz oldu mu?
- İnanın bana bu konuyu en başından beri çok düşündüm. Benim eşim İslam tarihi hocası; onunla uzun uzun fikir alışverişi yaptık. Bu işin tepkiler ve eleştiriler alabileceği ihtimalinin farkındayım ve hepsine açığım. Eleştirilmesini anlayışla karşılayacağım.


Hiç yorum yok: