25 Aralık 2009 Cuma

17 Aralık 2009 Perşembe

8 Aralık 2009 Salı

OUTLET@HURRİYET


İstanbul'un Sanat Sahnesinde...


@SABAH

Diyarbakır'dan 'mesaj' var


Diyarbakır'da yaşayan sanatçılar Şener Özmen ile Cengiz Tekin, 'Orijinal Mesaj' sergisiyle Batı'nın Doğu algısını ve güncel siyaseti sorguluyor
Diyarbakır'da yaşayan ve çalışan sanatçılar Şener Özmen (38) ile Cengiz Tekin'in (32), 2006-2009 yılları arasında birlikte ürettikleri ve ilk sergileri olan 'Orijinal Mesaj' sergisi, günümüz toplumsal-siyasal olayları üzerine düşünüyor ve düşündürtüyor. Birbirine bağlı dört videodan ve fotoğraflardan oluşan sergi, Türkiye'deki politik sıkıntılara geniş bir perspektif de sunuyor.

Şener Özmen öncelikle sergi ismini neden 'orijinal mesaj' koyduklarını açıklıyor: "2000'lerin başından bugüne dek Doğu'da üretilenlere İstanbul'dan klişeler yüklendi. Üretilenlerin bir mesaj vermesi gerekiyormuş gibi algılandı. Mesaj verilen yer ya bir sanat çevresi ya devlet katı olacaktı... 'Orijinal mesaj' aslında görünürde hiçbir şey iletmeyen, böyle bir derdi olmayan bir isim. 'Aslında sizin ilettikleriniz kötü de, biz iyisini iletiyoruz' da demedik." Bu bir anlamda 'Siz boşuna mesaj aramayın, biz kendi mesajımızı kendimiz veririz' anlamına da geliyordu sanki...

Sergideki çalışmaların çoğunda toprak görüyoruz; kısacası toprağa bağlı bir durum var ama iki sanatçı sırf buradan hareketle serginin okumasının yapılamacağını anlatıyor: "Bazı şeyler çok klişeleşti. Bunlardan çıkmalı artık. Sergideki Bir Gün Bir T ve K videosunda da bu var. K'nın ve T'nin Türk mü, Kürt mü oldukları belli değil. Film böyle bir işaret vermiyor. Bir şeyden kaçıyorlar ama neden kaçtıklarını bilmiyoruz. Bir kavga ediyor, bir barışıyorlar. Biri bir şeyle uğraşırken, diğeri korkudan titriyor. En sonunda biri ölüyor gibi gözüküyor. Film, ilk bakışta 'Noluyor burada?' dedirtiyor. Bu, tam da önemli olan soru. Gerçekten o bölgede ne oluyor? Projeksiyonu oraya çevirip 'Ne oluyor?' demek gerekiyor."

DERİN DEVLET HENDEĞİ
Cengiz Tekin'in Normalizasyon isimli çalışmasında, oturma odasındaki bir ailenin yanıbaşında bir hendek açıldığını görüyoruz. "90'lı yıllarda derin devlet söylemleri hayatımızda çok yer aldı. Gerçek bir travma yaşadık burada. Bu durum, evin insanlarının buluştuğu oturma odasında derin bir oyuk açtı" diyor Tekin. Sanatçıların bu son çalışmaları bir tür 'iyileşme dönemi yapıtları' olarak değerlendiriliyor. Bunun açıklamasını şöyle yapıyor Şener Özmen: "Uzun bir dönem, çok hızlandırılmış bir sanat pratiği vardı. Biz kendimizi birer sanat işçisi olarak gördük. Ve nitekim küratörler de bize devamlı 'Çalışın,' diyorlardı. O zaman hep yarım işler üretiyoruz; hep bir yerde kalan, bir şey söyleyecekmiş gibi davranan ama aslında bir şey söylememeye çalışan simgesel bir dil var. Şiir gibi, sürekli gizliyorsun. Çok derinlere gidersen, ana dil, baskı birçok şey çıkıyor içinden. O dönemde sorunlu, psişik işler çıkıyordu. Gelişme döneminde biraz geri çekilip hem sanata hem yaşadığımız topluma bakmamız, bize daha sağlıklı bakış açıları verdi. Poşunun içinden kafamızı çıkaramayabilirdik."

Özmen ve Tekin'in en çok duydukları soru tabii ki Diyarbakır'da sanatçı olmakla İstanbul'da sanatçı olmak arasında ne gibi farklar olduğu... Şener Özmen soruyu şöyle yanıtlıyor: "Bu soruya şöyle cevap verilmeli: Çok kötü durumdayız, her şeyden yoksunuz. Oysa böyle bir şey yok. İstanbul'da kümelenmiş güncel sanat camiasının dikkatini çekmek için üretilen bir söylemdi. Bu söylemler artık midemi bulandırıyor. Gerçek hiç de öyle değil. 'Sizler çok daha iyisiniz, çünkü her şey elimizin altında; bizler kötüyüz, çünkü elimizin altında bir şey yok,' denildi. Bu düşünce biçimi üzerinden sanat üretenler var. Öyle bir şey yok. En kötü dönemde bile iş yaptık. Oradan kamera kiraladık, buradan film aldık."

Sergi, 9 Aralık'a dek Tophane'deki Outlet// İhraç Fazlası Sanat'ta izlenebilir.
Tel: 0212 245 55 05


ECE KOÇAL 08.12.2009

2 Aralık 2009 Çarşamba

30 Kasım 2009 Pazartesi

Ya Türk demokrasi tablosunun fiyatı?

Yarın açılacak ‘Orijinal Mesaj’ başlıklı sergi, Şener Özmen (solda) ve Cengiz Tekin’in son dönem birlikte ürettiği video filmlerden ve bu filmlerle paslaşan fotoğraflardan oluşuyor.

Diyarbakır’dan Şener Özmen’in 2000’li yılların başından itibaren düzenli olarak küreselleşme eleştirisi yaptığını söyleyebiliriz. Ekonomik olanı siyasal olandan, siyasal olanı kültürel olandan ayırmanın mümkün olmadığı yeni milenyumun ilk yıllarından itibaren Özmen’in bu ayırt edemeyişi dert ettiği aşikar. Bunu yaparken de son derece öznel, içinden geçtiği ve kokusunu aldığı tüm toplumsal değişimleri anlatan, kendi deneyimlerini taşıyan, kendine mahsus bir dil kurduğunu da belirtmeliyiz. Bu bir kişilik dile, bir süre önce Cengiz Tekin de katıldı. İkilinin yarın Outlet sanat mekanında Cengiz Tekin’le açtığı ‘Orijinal Mesaj’ adlı sergide, bu dilin bu kez bir kolektif olarak çoğul konuştuğunu duyacağız. Ve nesi olduğunu bildiğimiz elin, iki adet olunca sesi olup olmadığına karar vereceğiz...


Seninle ilk söyleyişi 2001 yılında yapmıştım. Seninle yapılan ilk söyleşiydi. Onun böcekleri var, savaşçı mı savaşçı başlığı altında... (Rahmetli Memet Baydur’u bulmuştuk karşımızda) Aradan geçen zamanda böcekler ne durumda, evcil hayvanlara dönüştüler mi?
Ya evet, tuhaf zamanlardı, gerçi şimdikinden daha tuhaf sayılmazdı ya! O sıralar yapıp ettiklerime yönelik bir ilk tepkiydi rahmetli Memet Baydur’un sözleri, yani ben daha ağzımı açar açmaz, birileri susmamı istemişti. Onun sözleriyle “Bilinci Diyarbakır karpuzu gibi ikiye ayrılmış” bir sanatçıydım falan. Aşırı plastik sanat eğitimi yıllarında bana Radikal gazetesi okumamam gerektiğini her fırsatta dile getiren neo-Kemalist ve pür akademik bir çevre vardı, onlar Cumhuriyet’te buluyorlardı yansımalarını, benim ise yansıyacak veyahut yansıtacak bir tarafım kalmamıştı. Zira epeydir Diyarbakır’da yaşıyor ve hiçbir şey üretmiyordum ve artık Cumhuriyet’in beni durduk yere tahtaya kaldırmasını da istemiyordum. Gregor Samsa’nın bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulması, benim Diyarbakır’da her sabah bunaltıcı düşlerden uyanmamla aynı şey değildi. Evcilleştirme adına değil miydi tüm o cürümler? Bunu en son Ceylan Önkol olayında yaşadık, biliyorsunuz, o da evcil hayvanlarını otlatmaya çıkarmış, bir daha da geri dönmemişti.

Plastik-anlatı diye bir oluşumla başladın... Bu sanat tarihine göndermeler taşıyan anlatının kahramanı Abdülbaki Readymade’di. Abdülbaki durmuyor olabilir ama en son tespiti ne olabilir bugüne içinde yaşadığımız günlere ilişkin? O zaman Halil Altındere, Vahit Tuna ve Elif Çelebi bir mağarada mahsur kalıyorlardı. Bugün hangi sanatçılar yer alırdı hikayenin içinde?
Bugüne, içinde yaşadığımız günlere ilişkin son tespiti ne olabilirdi Abdülbaki Readymade’in? Tespitten çok, ‘Ben dememiş miydim?’ diyecekti ve ardından sosyal demokrasinin Türkiye rezaleti üzerine esaslı bir de konuşma yapacaktı müzelerin birinde... Bugün hangi sanatçılar yer alırdı? Bir şeylerin izdüşümüydü sanki o sıra seçilen isimler. Pazar da yoktu, pazarlık da, ama artık hikâye de yok sanatta. En son 9B’de görmüştük.

Güncel sanat hareketinin Sothebys’le, çağdaş Türk sanatı müzayedesiyle ziyadesiyle sona erdiğini avant-garde’ın satılana kadar avant-garde olduğunu düşünüyorum. Çağdaş sanat hiç olmadığı kadar çağdaş, diyorum. Bu hareketin 90’lardan beri gelişimi, dönüşümü, eleştirdiği neyse -piyasa ve onun değerleri- ona dönüştüğünü, ki bu çok normal diye düşünüyor musun benim gibi?
İyi düşünüyorsun derim. “Bu müzayede çok önemli, milli maç gibi esecek” diyordu Burhan Doğançay gülerek. Oktay Duran’ın gözlerinden okunuyormuş Doğançay’ı ne kadar desteklediği falan... Herkes fiyatların daha da yükselmesini umut ediyormuş, yükseldikçe çağdaş Türk resmi hak ettiği öneme biraz daha yaklaşacakmış, belki yakalayacakmış sonradan. Peki ya Türk demokrasisi tablosu? Ona yatırım yapacak kimseyi bulamıyorlar mı? Benim derdim buydu ve bence güncel sanat, gitmesi gerektiği yere gitti. Bırakın bir sosyal yapıyı veyahut ceberut bir düşünce alışkanlığını, bir küratörü bile dönüştüremediğini gördü zaman içinde. Vahşi kapitalizm söyleminden sonra, güler yüzlü sanat piyasası demeye başlar başlamaz, tüm inandırıcılığını yitirdi. Bu yüzdendir ki bana fazlasıyla komik geliyor göndermeler, herkes aynı sorunun peşinde, “Beni keşfedecek bir galerist veyahut koleksiyoner çıkacak mı?”
İçinde yaşadığın bölgenin değil aslında hepimizin sanatla olan imtihanımızı belgeledin bazı işlerinle. Supermuslim ve özellikle ‘Road to Tate Modern’... Tate Modern’e giden yol bir anlamda AB’ye giden yol, çağdaş sanata giden yol, Avrupa’ya, medeniyete giden yolların her biri. Bugün bu işin İstanbul Modern’in koleksiyonunda şu anda Berlin’de Martin Gropius-Bau müzesinde sergileniyor... İşlere koleksiyonlarda yer almak, seyahat etmek ne getirir? Sana ne getirdi?
Bu normal durum yaşam koşullarımı da değiştirmiyor. Hayatımın bir yarısı kıta Avrupası’nda da geçmiyor. Yazları burada, kışları şurada olmuyor, olamıyorum. İster miydim peki? Bunların önemsenmediği bir söylem tutturmak gerekiyor belki de. Sanat belirli bir zümrenin elinde, bu her yerde böyle ama.

Diyarbakır’a iş getirenler peki? Bu İstanbul-Diyarbakır trafiği çağdaş sanat açısından hep ama hep sorunlu değil mi? Getirilen her şey eninde sonunda götürülüyor gibi geliyor bana. Bir toplumsal sorumluluk projesi olarak sanat sergisi yapılamaz...
Getirecekler, getirsinler! Savaş getirdiler de ne oldu? Ancak sorun şu ki, bir yerlerde Vasıf’ın (Kortun) da dediği üzere, sömürge valileri gibi hareket ettiler. Çağdaş budur, modern de şudur diye gözlerine sokmaya çalıştılar tüm o ilerlemeci sanat abidelerini. ‘Diyarbakır’da bir ilk!’, yok ‘Mardin’de ilk güncel sanat sergisi’, ‘Kızıltepe güncel sanatla buluştu!’ gibi, beni çileden çıkaran bakış açıları hâlâ yürürlükte. İyi sergiler olmadı değil, adam gibi konuşmalar yapan sanatçılar olmadı değil, ancak dediğim gibi, buralar bir plato artık, her anlamda bir plato. Kamerasını kapan geldi, geliyor. Yakın köylerdeki bir kısım yeni güncel sanatçı da kendimizi daha ne kadar acındırabilirizin peşine düştü.

Geçtiğimiz günlerde Garajistanbul’da Namus Oyunları etkinliği çerçevesinde bir seri canlı söyleşiler yaptım. Handan Çağlayan’la mesela. Kürt kadın hareketi üzerine çalışan Kürt ve feminist bir siyaset bilimci... Kadınların DTP’deki etkinliğini konuştuk. 40 kişilik kadın kotasını uygulamaya gerek kalmıyor partide. Kürt kadın siyasetçiler son derece etkin. Lakin Kürt kadın sanatçılar nerede? Erkek ve Kürt bir sanatçı olarak ne dersin?
Bu sorunun muhatabı ben miyim, daha doğrusu ben doğru kişi miyim bilmiyorum. Siyaset sahnesindeki varlıkları kuşku götürmez, oldukça etkinler. Ancak sorunun her defasında namus üzerinden yansıtılmasına da alışamadım, bir tuhaflık hissediyorum bu argümanlarda. Sanırım bu biraz da projeksiyonla alakalı. Maskülen bir sanat ürettiğimizi sanmıyorum. Tam aksine, oldukça feminen bir noktadayız. Sadece biraz daha güven gerekiyor, bunu aştıklarında, biz erkek sanatçılardan çok daha anlamlı işler üreteceklerini adım gibi biliyorum. Yani ortada olmamaları, hatta hiç varlık göstermemeleri, ekmeğimize yağ sürmüyor. İlla ki Tracey Emin olun demiyorum, Rojin olun da... Ama ne olur biraz güven!

Dille uğraşmayı seven, bunu mesele eden biri olarak ‘Kürt açılımı’nı analiz eder misin? Bu açılım sırasında nasıl konuşuyoruz? En azından konuşuyor muyuz?
Açık bir biçimde ifade etmek gerekirse, adı her ne olursa olsun, proje ABD’nin yeni Ortadoğu şekillendirmesiyle fazlasıyla alakalı. İslâm üzerinden ABD karşıtlığı Araplar içinde gelişiyor, ABD bunun önünü alamayacağını biliyor, ancak yaslanacağı iki ulus var, biri Kürtler, diğeri de Türkler. 10-15 yıl içinde sınırlar, şimdi olduğundan daha farklı bir yöne kayabilir. Bekleyip görmek gerek.

Cengiz Tekin’le birlikte yaptığınız üretimleri bir kolektif gibi mi algılamalıyız?
Aynen, kolektif bir düşünüş ve eylem biçimin sonuçları bunlar. Cengiz Tekin’le epeydir ortak işler üretiyoruz, fotoğraftan ziyade video işleri. ‘The Original Message’ serisi sitüasyonistlere bir vefa borcuydu. Bu daha çok yerleşmesini istediğimiz bir kolektif üretim pratiğiyle alakalıydı, yanı sıra kendi kişisel işlerimizi de üretmeye devam ettik. Cengiz Tekin son derece akışkan bir sanatçı, onunla çalışmanın bana kattığı bir şeyler olduğuna inandığım, bunu gördüğüm için birlikteyiz. Yani adamda maske yok, neyse o işte. Sanatı da öyle, hayatı da. Bir kere son derece iyi işler çıkarıyor, ikincisi, kolektif pratiğe inanıyor.

29 Kasım 2009 Pazar

ORİJİNAL MESAJ SERGİSİ BEYOĞLU’NDA@BIRGUN

Şener Özmen ve Cengiz Tekin birlikte hazırladıkları Türkiye’deki ilk kapsamlı solo sergilerini gerçekleştiriyor.
Şener Özmen ve Cengiz Tekin’in 2006-2009 yılları arasında birlikte ürettikleri ve ilk kez Outlet//İhraç Fazlası Sanat’ta sergilenecek olan ‘Orijinal Mesaj’ serisi, günümüzün toplumsal-siyasal temelde ‘iz bırakan’ meselelerinin üzerine gidilerek oluşturuldu. Birbirine bağlı dört videodan oluşan bu seri, uzun zamandır süregelen Türkiye’deki politik sıkıntılara dair geniş bir perspektif sunarken, sanatçıya özgü bir inançsızlık ve angaje olmama halini de içermektedir. Otobiyografik olduğu kadar toplumsal olanı da kapsayan bu videolarda, ironik hatta çoğu zaman absürd olarak nitelendirilebilecek bazı durumların gündelik yaşamın bir parçası olduğu gösterildi. Bazı denemeler ve efektlerle geçmiş ve geleceğe göndermeleri olan video çalışmalar, ‘iyileşme dönemi’ yapıtları olarak da görülebilir. ‘Umut,’ ‘Manzara,’ ‘Bravo,’ ‘Bir gün bir T ve bir K’ isimli Orijnal Mesaj serisine ait video yapıtları, Outlet’in alt katında izleyiciyle buluşurken, Özmen ve Tekin’in yeni dönem fotoğraf işleri mekanın giriş katında sergilenecek. 1 Aralık’da açılacak olan sergi 9 Ocak’a kadar Salı’dan Cumartesi’ye 10.00-18.30 saatleri arasında Outlet//İhraç Fazlası Sanat’ta görülebilir. Outlet//İhraç Fazlası Sanat Boğazkesen Cad. Kadirler Yokuşu no:69 Tophane’de

Outlet'ten orijinal mesajlar@Radikal

Outlet İhraç Fazlası Sanat, Şener Özmen ve Cengiz Tekin’in birlikte hazırladıkları, bugüne kadar izleyici karşısına çıkmamış ‘Orijinal Mesaj’ isimli video ve fotoğraf çalışmalarına ev sahipliği yapıyor. Özmen ve Tekin’in 2006-2009 yılları arasında birlikte ürettikleri, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal temelinde ‘iz bırakan’ meseleleri irdeleyen ‘Umut’, ‘Manzara’, ‘Bravo’, ‘Bir gün bir T ve bir K’ isimli birbirine bağlı dört yapıttan oluşan video serisi Outlet’in alt katında izleyiciyle buluşurken, Özmen ve Tekin’in yeni dönem fotoğraf işleri mekanın giriş katında takip edilebilecek. ‘Orjinal Mesaj’, 1 Aralık-9 Ocak tarihleri arasında açık kalacak. 0212-245 55 05


25 Kasım 2009 Çarşamba

ORIJINAL MESAJ//ŞENER ÖZMEN&CENGİZ TEKİN

Fikret Atay&Servet Koçyiğit@Strasbourg Art Fair(25-30 Kasım)


@Openmag


Necla Rüzgar @Berlin//Akademie der Kuenste/Pariser Platz






13 Kasım 2009 Cuma

Fikret Atay @ Cumhuriyet

‘Batman vs. Batman’ by Fikret Atay

ISTANBUL - Hürriyet Daily News
Thursday, November 12, 2009


Fikret Atay, a well-known Turkish artist living in Paris, brings together the recent works of ’Batman vs. Batman,’ which depicts the comical homonymy between the southeastern Turkish city of Batman and the superhero figure, and ’Gooaall!!’ in which he deals with asphalt roads, which are prime symbols of modernism
Outlet//Independent Art Space presents the first Istanbul solo show of internationally renowned Turkish artist Fikret Atay. The artist is premiering two video works for the Istanbul audience.

The exhibition brings together the recent works “Batman vs. Batman” and “Gooaall!!” which were both produced this year. Added to these is a selection of past highlights, including “Spring Fever” and “Holiwuut.”

Fikret Atay has had solo exhibitions at prestigious venues such as Bonner Kunstverein in Germany, Site Gallery in the United Kingdom, Hammer Museum in the United States, Maison de l’Architecture in France, Index in Sweden and Büro Friedrich in Germany.

Atay, who is showing his video work “Theorists” at the ongoing 10th Lyon Biennial, will also participate at the Alexandria Biennial this December, where “Gooaall!!” will be introduced to a large international audience.

In his videos, Atay makes reference to “country issues” through cultural, social and geographical connections. His work is involved with traditional lifestyles, which are marked by Western influences. As a Turkish artist who has gained worldwide acclaim at a young age, his success is rooted in his ability to discover the universal aspects of supposedly local concerns.

In his “Batman vs. Batman” video, Atay depicts the comical homonymy between the southeastern Turkish city of Batman and the superhero figure, documenting a lawsuit pursued by distraught local authorities. Whereas the case was largely ignored or derided internationally, Atay turns the officials’ quest into a superhero story of its own. The mayor of Batman morphs into a real-world surrogate of the “Dark Knight.” Atay's documentary-style inquiry is meshed with snippets of the Batman series, thus involving the audience in a spirited and playful displacement.

In the video “Gooaall!!” the artist deals with paved roads, which serve as a primary symbol of modernity. He depicts children experiencing modernity, consciously or not, as they play football barefoot on the asphalt road where past meets future and center meets periphery. The old man scores in the seemingly empty net – which is perhaps kept by the viewer. He scores against the center.

The exhibition “Batman vs. Batman” can be seen from Tuesday to Saturday through Nov. 26.

Outlet//Independent Art Space

Bogazkesen Cad.

Kadirler Yokuşu No: 69

Tophane, Istanbul

www.outlet-istanbul.org

Fikret Atay

Born in Batman in 1976, Atay has lived and worked in Paris and Batman since 2003. The artist, who focuses on symbols and codes, alongside the relationships of identity, geography and history, has focused recently on the representation of time and space within the framework of personal responsibility. His work is held in major public collections including the Castile Leon Museum of Contemporary Art, Montreal Museum of Fine Arts and the Museum of Luxembourg.

Artist Fikret Atay’s ‘Batman vs. Batman’ at Outlet art space


Internationally acclaimed Turkish artist Fikret Atay is showcasing his first solo show in Turkey this month at the Outlet//Independent Art Space in İstanbul, premiering two video works before an İstanbul audience.

The exhibition brings together two of the artist’s recent works, “Goaall!!” and “Batman vs. Batman,” both produced this year. Added to these is a selection of Atay’s earlier works, including “Spring Fever” and “Holiwuut.” Atay, who is currently presenting a video titled “Theorists” at the ongoing 10th Lyon Biennial, will also participate at the Alexandria Biennale this December, where “Gooaall!!” will be shown to an international audience for the first time.
In his videos, Atay makes reference to “country matters” through cultural, social and geographical connections. His work deals with traditional lifestyles that are marked by Western influences. “As a Turkish artist who has gained worldwide acclaim at an early age, Atay’s success is rooted in his ability to discover the universal aspects of supposedly local concerns and his ability to reflect on these,” the Outlet art space said in a written statement.

In “Batman vs. Batman,” Atay depicts the comical homonymy between the city of Batman and the superhero figure as a contention that is taken seriously by local authorities and which led to a lawsuit. Whereas internationally the case was neither taken seriously nor derided, Atay turns the event into a superhero story, similar in style to the Batman movies. The mayor of Batman mutates virtually into “The Dark Knight.” Atay’s documentary-style inquiry is meshed with snippets of the “Batman” series, thus involving the audience in a spirited and playful displacement. In “Gooaall!!” Atay delves into asphalt roads, which are billed as prime symbols of “modernism.” Atay depicts children experiencing modernism, consciously or not, as they play soccer barefoot on the asphalt road.

Born in the southeastern city of Batman in 1976, Atay has lived and worked in Paris and Batman since 2003. The artist focuses on symbols, the codes of symbols and the relationship between the concepts of identity and geography as well history in his work. Atay’s work is found in major public collections including the Musée d’art contemporain de Montreal and the Museé du Luxembourg.

“Batman vs. Batman” can be seen until Nov. 26 from 10 a.m. until 6:30 p.m. Tuesday to Saturday. Outlet//Independent Art Space is located on Boğazkesen Cad., Kadirler Yokuşu, No: 69 in the Tophane neighborhood.

13.11.2009
Arts & Culture
TODAY’S ZAMAN

BatmanversusBatman@Haberturk

batman vs batman @http://www.pukkaliving.com

batman vs batman @ skylife

3 Kasım 2009 Salı

OUTLET@HARPER'S BAZAAR

Sebnem Kırmacı

1-Outlet’i hiç bilmeyen birine anlatsanız nasıl anlatır- nasıl tanımlarsınız?

Outlet//İhraç Fazlası Sanat 2008 yılı Ekim’inde kurulmuş bir sanat mekanı. Sanat mekanı diyorum çünkü Outlet, hem galeri gibi çalışıyor hem de non-profit bir kısmı var. Temel meselesi; İstanbul’un sanat tartışmalarına yeni bir soluk getirmek, merkez-çevre ayrımı yapmadan sanatçılara ulaşmak ve daha önemlisi bugüne dek uluslararası bienallerde isimlerine rastladığımız Türkiyeli sanatçıların yerel sanat ortamında farklı bir dolaşıma girmelerini de sağlamak. 90’lardan bu yana, dolaşımı, yurtdışından yurtiçine doğru olan sanatsal akışın yönünü bozmak, dahası, merkez-merkezdışı tartışmalarını kulak ardı edip, risk almak üzerine çalışan bir sistem inşa etmek. En başta, sıradan bir galeri olmanın ötesine geçip, galeri nedir, nasıl çalışır, sanatçılarıyla nasıl ilişki kurar, nasıl sergiler yapar vs’yi yeniden tanımlama ihtiyacı duyduk. Yeni bir tarife ihtiyacımız vardı, çünkü varolan yapı potansiyel olasılıkları karşılamıyordu. Genç, sanata yeni başlamış ama cesur ve üretken insanların desteklenmeye ihtiyaçları vardı. Ama bunun da ötesinde, 90’lar ile 2000’leri birbirine bağlayacak güçlü ve inandırıcı bir çağrı kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı. Outlet, bu ihtiyacın duyulur olduğu bir zamanda temellerini atmaya başladı. Ve geçtiğimiz yılın Ekim ayında da ilk sergimizle birlikte açılışını yaptı.

Bir yanda, kısıtlı galeri sistemi içinde çalışan ve bu sistem dışında görünür olmayan bir azınlık, öte tarafta, galerilerden uzak duran ama dünyanın dört bir yanında sergilere davet alan sanatçılar var. Biz, hem üretimi Türkiye dışında da kabul gören, hem de ulusal düzlemde tanınması gereken, Türkiye sanat tarihini yazan sanatçılarla çalışmak, onlara Türkiye’de de hak ettikleri değeri vermek amacını güdüyoruz. Bu anlamda, herkes için geç kalmış bir çabayı da gün yüzüne çıkarttığımızı düşünüyorum.

2-Outlet’in kuruluş hikayesini anlatırmısınız? Nereden ve nasıl (hangi fikirlerle) yola çıktınız?

Outlet; biraz cesaret biraz da zorunlulukla atılmış bir adım. Ben 2004 yılından beri sanat yazarlığı yapıyordum ve art-ist güncel sanat dergisinin editoryal ekibinde yer almaktaydım. Radikal, Birgün, Sanat Dünyamız, Sabah gibi pek çok gazete ve dergide yazılarım yayınlanmaktaydı. Tüm bu yayınlar birer okul gibiydi ve çokça sanat insanıyla yüzyüze tanışmama vesile oldu. Ve zaman geçtikçe bir mekan gereksiniminden bahseder olduk. Doğrusu Outlet, bu ihtiyacın bir karşılığı gibidir. Bugün böyle bir mekanı var etmenin en temel gerekliliklerinden biri, müzayedeler ve yeni aile müzeleri arasında sıkışmaya başlayan sanat alanına bir nebze olsun nefes aldırabilmektir. Ne müzelerde yerini alacak kadar yaşlı ne de oturmuş galerilerin listesine girecek kadar genç olmayan çok sayıda insan için Outlet, üretimleri paylaşmaya imkan sağlayan bir mekan olarak çalışmaya başladı.

En başından beri Outlet, taze ve oldukça yenilikçi bir dil kurmaya çalıştı. Sanatçı seçimi de mekan seçimi de, isim seçimi de böyle bir yeniliğin ilk işaretlerindendir. Mekan seçimini ele alalım: Tophane semti, sanat haritasında bulmacanın eksik parçasıydı. Fındıklı-Beyoğlu hattı, yani İstanbul Modern’i İstiklal Caddesi’ne bağlayan cadde sanatsal açıdan geçtiğimiz yıla dek dikkat çekmemişti. Bir yanda Hafriyat ve Depo öte yanda İstanbul Modern, tepede ise İstiklal Caddesi’ni düşündüğünüz bir üçgenin tam ortasında Tophane yer alıyor. Bu açıdan buranın keşfi bir zorunluluktu. Ancak tabi ki, bu alana gelişimiz çok kolay olmadı. Outlet, önceden bir esnaf lokantasıydı ve içini tamamen yıkıp yeniden yapmamız gerekti. Aylar süren bir hazırlık sürecinden sonra ise karşımıza “mahalle” ve “mahalleli” olguları çıktı. Bugüne dek, pek çok sanat mekanının yerleştiği semtlerde hiç çıkmayan sorunlarla yüzleştik. Hoş, bu yüzleşmeler yeni keşifleri, arkadaşlıkları sağladı ama başta ne yaptığımızı anlamakta, kabullenmekte çokça zorluk çeken mahalleliyle ciddi bir kan uyuşmazlığımız oldu. Neyse ki şimdi durum çok daha parlak. Çevredeki elektrikçi, tesisatçı, emlakçı hepsi, sayıları giderek artan galerilerle çalışmaktan memnun. Sonuçta biz Tophane’ye akan sanat mekanlarının öncülerinden olduk. Ve sonuçta savaşa en önde girenler gibi, en çok mücadeleyi biz verdik.

3-Kurulduğu günden bugüne; zaman içinde Outlet nasıl yol aldı, nasıl gelişti, ne yöne doğru gitti? Şu anki duruşu nedir?

Outlet, çok heyecanla yola çıktı ve doğrusu heyecanımızı kaybetmemeyi önemsiyoruz. Geçtiğimiz bir yıl içinde, genç-yaşlı, ünlü-ünsüz, Türkiye’den ya da yurtdışından, merkezden ya da periferiden pek çok sanatçıyla çalıştık. Bu sanatçıların arasında Allora&Calzadilla, Adrian Paci gibi isimler de oldu, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yaşayan ve ilk sergilerini yaptığımız genç sanatçılar da... Sonuçta, 36 sanatçının katılımıyla hazırladığımız 5 grup sergisi, 4 proje alanı sergisi ile bir seneyi kapattık. Bir galeri için fazlasıyla yüklü bir programdı diyebilirim.

Sergiler programının dışında yayınlar yapmayı da çok önemsiyoruz. Geçtiğimiz sezon ‘Dersimiz Güncel Sanat’ isimli bir yayın çıkardık. Bu yayın, 2008 yılında Mimar Sinan Üniversitesinde verdiğim Sanat Sosyolojisi dersleri paralelinde düzenlediğim güncel sanat konuşmalarını içermektedir. 2008 yılına ait taze tartışmalardır hepsi. İsminden dolayı bu kitap, alana bir giriş niteliğinde görünmekte. Hem bu alanın uzmanları hem de konuya hiç aşina olmayan meraklılar yaz boyunca kitabı okudular. Eylül’de farklı disiplinlerden gelen insanlardan gelen yorumlar çokça kişinin bu kitabı yazın okuduğunu gösteriyor. Kitabın farklı alanlardan kişilere ulaşması tam da hedeflediğimiz, arzu ettiğimiz bir şey.

Eylül sergimizle birlikte iki yeni kitap çıkardık. Biri sergimizin bir parçası olarak tasarladığımız ve Ahmet İnsel’den Burak Arıkan’a farklı alanlardan 4 yazarın metinlerini ve sergi katılımcısı sanatçıların yapıtlarını içeren ‘Darbe’ kitabı, diğeri ise geçtiğimiz yıl yaptığımız tüm etkinlikleri kapsayan ‘Outlet Almanak’ı. Bu Almanak’ları her yıl çıkarmayı hedefliyoruz. Zira sanat alanı da toplumumuz gibi belleksiz. Yayınlar, belleği taze tuttuğu gibi, dönüp kendinize bir bakmaya ve geleceğe doğru adımlar atmaya da faydalı oluyor diye düşünüyorum.

Tüm yaz boyunca Almanak’ı hazırlamakla meşgul olduk ve dolayısıyla tekrar tekrar neler yaptığımıza baktık. Ve bu yıl için de kararlar aldık. Bu yılki en muhim kararımız, kişisel ve/ya 2 kişilik sergiler yapmak. Geçtiğimiz yıl genel bir çerçeve sunduk sanatsal yaklaşımımıza ilişkin, bu yıl ise sanatçılara, yapıtlarına, her bir sanatçının yaklaşımına daha derinleşerek bakmayı mümkün kılmak istiyoruz. Sanatçıların farklı dönemlerden yaptıkları işleri de, sadece Outlet için hazırladıkları projeleri de bu yılki programa dahil ettik. Sonuçta duruşumuz, sanata bakışımızda bir farklılık yok. Sadece; sergilere odaklanan bir yaklaşımdan sanatçılara ve çalışmalarına odaklanan bir yaklaşıma daha ağırlık vereceğiz.

4-En başından itibaren yer verdiğiniz etkinliklerden yola çıkarak örnekler vererek Oulet’in haritasını-konumunu anlatsanız? Dönüm noktalarını?

Outlet’le ilgili en hoş yorumu sanat yazarı Mahmut Koyuncu yapmıştı aslında. Koyuncu, ilk sergimizden sonuncuya dek, sergi isimlerini yanyana getirmiş ve ortaya çıkan cümleyi yorumlamıştı. “NORMAL OLMAYI REDDEDİYORUM derhal ACİL ÇIKIŞ arıyorum, YARATICI bir YIKIM’la KİŞİLİK KRİZİ’ne tutuldum ama TELAŞA MAHAL YOK … vamos bien*…” Bu isimsel manifestoyu, 68’den anarşizan esintiler taşıyan ve üzerine kişiselliği dayatan bir rahatsızlık, harekete geçme çağrısı olarak yorumlamıştı, çok da haksız sayılmaz.

Biz, klasik bir galeri değiliz ama bir sanatçı insiyatifi de değiliz. Ama bugüne kadar rahatsızlığını duyduğu şeyleri/sıkıntıları dile getirmekten korkmayan bir galeriyiz. Dünyanın önde gelen sanat aktörlerinden Hans Ulrich Obrist, René Block, Hou Hanru, WHW, Katrin Rhomberg yanısıra Tate Modern, Center Pompidou vb merkezlerin yöneticileri, küratörleri ve tabi onlarca koleksiyonerler Outlet’i ziyaret etti. Türkiye’den ve Avrupa’dan pek çok sanat okulu öğrencisi Outlet’in yıl boyu yaptığı sergileri ziyaret etti. Bilgi, İstanbul, Kadir Has, Kültür, Marmara, Mimar Sinan, Yeditepe Üniversitesi sanat ve tasarım öğrencileri Outlet’le ilgili projeler hazırlayıp yıl boyunca sunumlar yaptılar.
Outlet sergilerinde yer alan sanatçılar; Nilbar Güreş, Nevin Aladağ ve Erkan Özgen 11.Uluslararası İstanbul Bienali’ne davet aldılar. Çok yakın zamanda, Berlin’de yer alan ve Rene Block’un yönettiği Tanas’ta, Outlet’in sanatçılarının pek çoğunun yer alacağı bir sergi olacak. Sanatçılarımızın yapıtlarından oluşan bir seçki, Center Pompidou’da sergilenecek. Önümüzdeki ay sanatçılarımız Fikret Atay ve Servet Koçyiğit Strasbourg Art Fair’de yer alacaklar. Ayrıca sanatçımız Fikret Atay bu yılki Liyon ve Alexandria Bienallerine davet aldı. Dolayısıyla pek çok farklı alanda kendimizi sınamayı önemsiyoruz.

5- Outlet 11. Bienale eş zamanlı olarak nasıl bir katkıda bulunmayı hedefledi?

Outlet’in bienal sergisi aslında hiç istemeden bienali tamamlayan bir sergi oldu. Hiç istemeden diyorum çünkü bizim bienale katkıda bulunmak ya da bienalin bu yılki kavramlarından yola çıkarak bir sergi hazırlamak gibi hedeflerimiz yoktu. Geçtiğimiz yıl açılış sergimizin nasıl olacağı belliydi. Dolayısıyla kurgulanmış bir paralellikten değil ancak tesadüften bahsedebiliyorum. Bienal bir biçimde, Türkiye’nin yakın coğrafyasına, Kafkaslara, Balkanlara ve Ortadoğu’ya ve tüm bu coğrafyalardaki tarihsel, politik, sosyolojik ve tabi ki sanatsal dönüşümlere odaklanıyor. Outlet’teki bienal sergisi ise, Türkiye’yi merkeze alarak darbe meselesini, sanatçıların gözünden-yorumundan ve bugünden değerlendiriyordu. Bienal’de Türkiye’ye ilişkin sorunlara fazla yer verilmemiş olması bir biçimde bizim sergimizi tamamlayıcı kıldı. 1980 darbesi ve sonrasında yaşananları uluslararası izleyiciye ve dolayısıyla geniş kapsamlı bir tartışmaya açmış olduk. Asıl amacımız, bugün rahatsızlığını duyduğumuz pek çok sorunun geçmişin çözülmemiş düğümlerinden kaynaklandığını genç izleyiciye fark ettirmekti.

6- İstanbul’un çağdaş sanat kurum, insiyatif yada benzeri oluşumlardan hangilerini beğeniyor, destekliyorsunuz? Hangilerinin şehrin kültürel hayatında önemli bir yeri olduğunu düşünüyorsunuz?

İstanbul çok hızlı değişen bir yer. Her gün yeni şeyler oluyor. Mekanlar açılıyor, kapanıyor, geçici sergiler, kişiler görünür olup kayboluyor. Aralarında oldukça iyi amaçlarla hareket eden de var, sadece günü kurtarmaya çalışan da. 2010 Avrupa Kültür Başkenti meselesini düşünün mesela. İstanbul için gayet kalıcı, önemli bir alt yapı çalışması yapılabilecekken, Ramazan festivali, Avrupa meydanlarında halay showları gibi olabilecek en gereksiz etkinliklere paralar dökülerek, kamunun hakkı olan para harcandı. Dolayısıyla şehrin kültür hayatının çehresini değiştirebilecek önemli bir değişimden mahrum kalındı. Ya da yılan hikayesine dönen AKM’yi düşün. Tüm bu tuhaflıkları desteklemek mümkün değil tabi. İstanbul’da hareketlenmekte olan bir sanat ortamı var. Ve bu ortamın en önemli mimarlarının başında Platform geliyor. Daha kimse bu meselelerle ilgilenmez, yatırım yapmazken Platform hem residency, hem sanatçı konuşmaları hem kütüphanesiyle bir boşluğu doldurdu. Yeni inisiyatiflerden BAS, PİST bana çok sağlam adımlarla hareket ediyor görünüyor. Yüksek kalitede işler çıkarıyorlar. Hafriyat zaman zaman son derece etkide bulunabilen işler çıkarıyor. Biz bu saydığım mekanlardan hiçbiri gibi çalışmıyoruz ama hepsinin yaptıklarını ilgiyle takip ediyoruz.

TOPHANE ART MAP. 2

21 Ekim 2009 Çarşamba

“Batman Batman’a Karşı”@ OUTLET


Fikret Atay’ın Türkiye’deki ilk kişisel sergisi 22 Ekim’de Outlet//İhraç Fazlası Sanat’ta açılıyor! Sergide sanatçının iki yeni videosunun dünya prömiyeri yapılacak.

Daha önce Bonner Kunstverein(Almanya), Site Gallery(İngiltere), Maison de l’Architecture(Fransa), Index(İsveç), Buro Freidrich(Almanya) gibi dünyanın önde gelen sanat merkezlerinde kişisel sergiler gerçekleştiren Fikret Atay, Türkiye’de ilk defa bir kişisel sergi hazırlıyor. Sanatçının sergide 2009 yılı içinde ürettiği “Batman Batman’a Karşı” ve “Gooaall!” isimli iki yeni çalışmasının yanısıra, “Fuck Tic”, “Spring Fever”, “Holiwutt” gibi klasikleşmiş çalışmaları da Türkiyeli izleyiciyle buluşacak. Sergiyle eş zamanlı olarak gerçekleştirilecek Lyon Bienali’ne “Teorisyenler” isimli video çalışmasıyla katılacak olan Atay, Aralık ayında ise İskenderiye Bienali’nde yer alacak. Sanatçının son çalışmalarından olan “Gooalll” bienalde, ilk kez uluslararası izleyiciyle buluşacak.

FIKRET ATAY’ın video çalışmaları, kurduğu kültürel, sosyal ve coğrafi bağlantılar ile memleket meselelerine göndermeler yapar. Sanatçı çalışmalarında, batı etkisinde yaşanan geleneksel hayatın izini sürer. Çok genç yaşta, dünyada en çok tanınan Türkiyeli sanatçılardan biri olması, yerel görünen bir konunun evrensel boyutlarını keşfetmesinde ve bunları göstermeyi bilmesinde yatar.

“Batman Batman’a Karşı” videosunda Atay, Batman çizgi karakteri ve Batman şehri arasındaki komik ses benzerliğinin farkına varılarak dava açılmasıyla ilgileniyor. Dünyada ciddiye alınmayan bu olayın üzerine giderek, meseleyi tam da Batman filmlerinde görülebilecek polisiye-süper kahramanlık hikayesine dönüştürüyor. Batman şehrinin belediye başkanı neredeyse Batman’e dönüşüyor. Belgesele yaklaşan araştırması ve Batman filminden küçük fragmanlarla desteklenen video çalışma, cüretkar bir yer değiştirme oyununu izleyiciyle paylaşıyor.

“Gooaall” çalışmasında ise sanatçı, merkeze modernitenin simgesi asfalt yolları koyuyor. Ve çocukların farkında olarak ya da olmadan modernizmi deneyimlemelerini, çıplak ayaklarıyla futbol oynamaları üzerinden anlatıyor. Geçmişle gelecek, merkezle periferi asfalt yol üzerinde karşılaşıyor. Yaşlı adamın çığlığı, Maradona’nın çığlığına karışıyor ve boş kaleye gol atılıyor. Aslında kale, onu izleyenler tarafından doldurulmuş durumda. Yaşlı adam ise onu izleyenlere gol atmaktadır.

1976 yılında Batman'da doğan Atay, 2003'ten bu yana Paris ve Batman’da yaşamaktadır. Yapıtlarında semboller, sembollerin kodları, kimlik kavramının coğrafya ve tarih ile ilişkisi üzerinde yoğunlaşan sanatçı, son dönemde kişisel sorumluluk çerçevesinde zaman ve mekânın temsiliyle ilgilenmektedir. Sanatçının çalışmaları; Tate Modern başta olmak üzere FRAC, MUSAC, Museé d’Art Contemporain de Montreal, Museé du Luxembourg gibi koleksiyonlarda yer almaktadır.

Fikret Atay “Batman Batman’a karşı” sergisi 22 Ekim’den 26 Kasım’a dek Salı’dan Cumartesi’ye 10.00-18.30 saatleri arasında Outlet//İhraç Fazlası Sanat ‘ta görülebilir.


OUTLET HAKKINDA
Outlet, sosyal ve kültürel adaletsizliğin bunca derinleştiği bir ortam/zamanda, lüks olarak görülen sanatı, kitlelerle buluşturma girişimidir. Outlet; müzeler, enstitüler, banka galerileri, kurumlar arasında giderek sıkışan sanat ortamı için bir nefes alma alanı yaratmayı ve yenilikçi, risk alabilen projeler gerçekleştirmeyi hedefler.
Sanatın gündemini takip etmek isteyenlerin yeni adresi Outlet; Canan Pak, AYK, MAS Matbaası, BenQ, The Point Otel, Beck’s, Coca Cola, Netcopy Center ve Derin Design’ın sponsorluğuyla Azra Tüzünoğlu tarafından yürütülmektedir.

Outlet Proje Alanı: Sanatçıların özgün/farklı çalışmalarına ev sahipliği yapmak, yeni projeler üretmeyi desteklemek amacını taşır. Türkiye’den ve dünyadan sanatçıların davet edilmesi ve/ya başvurularla şekillenen proje alanı; Outlet’te aynı anda birbiriyle ilintili farklı sergiler görmeyi mümkün kılar.

ZAMAN:
Açılış: 22 Ekim 18.30-20.30
Sergi: 22 Ekim – 26 Kasım
Ziyaret saatleri: Salı-Cumartesi 10.00 – 18.30

MEKAN:
Outlet//İhraç Fazlası Sanat Galerisi
Boğazkesen Cad.
Kadirler Yokuşu No:69
Tophane-İstanbul

----------------------------------------

“Batman vs. Batman”

Outlet//Independent Art Space presents the first solo show in Turkey of the internationally known artist Fikret Atay! The artist will premiere two video works for the Istanbul audience.

Fikret Atay has had solo exhibitions at prestigious venues such as Bonner Kunstverein (Germany), Site Gallery (UK), Hammer Museum (USA), Maison de l’Architecture (France), Index (Sweden), Büro Friedrich (Germany). The exhibition brings together the recent works “Batman vs. Batman” and “Gooaall!!”, both produced in 2009. Added to these are a selection of already classic works including “Fuck Tic”, “Spring Fever” and “Holiwuut”. Atay, who presents his video work entitled “Theorists” at the ongoing 10th Lyon Biennial, will also participate at the Alexandria Biennial this December, where one of his recent works “Goaall” will reach the international audience for the first time.

In his videos, FIKRET ATAY makes reference to “country matters” through cultural, social and geographical connections. His work is involved with traditional lifestyles which are marked by Western influences. As a Turkish artist who has gained worldwide acclaim at an early age, his success is rooted in his ability to discover the universal aspects of supposedly local concerns and his ability to reflect on these.

In his “Batman vs. Batman” video, Atay depicts the comical homonymy between the city of Batman and the superhero figure as a contention that is taken seriously by local authorities and which leads to a lawsuit. Whereas internationally the case wasn’t taken seriously or derided, Atay turns the event into a superhero story, similar to the genre of the Batman movies. The mayor of Batman mutates virtually into “The Dark Knight”. Atay's documentary style inquiry is meshed with snippets of the Batman series, thus involving the audience in a spirited and playful displacement.

In the video “Goaall” the artist deals with the asphalt roads which are prime symbols of modernism. He depicts children experiencing modernism, consciously or not, as they play football barefoot on the asphalt road where past meets future and centre meets periphery. The old man scores in the empty net. Actually the net is kept by the viewers. He scores against the centre.

Born in Batman in 1976, Atay lives and works in Paris and Batman since 2003. The artist, who focuses on symbols, codes of symbols as well as the relationship between the concepts of identity and geography as well history, got interested recently by the representation of time and space within the framework of personal responsibility. Fikret Atay’s work is held in major public collections including FRAC, MUSAC, Musée d’Art Contemporain de Montreal and the Museé du Luxembourg.

The exhibition “Batman vs. Batman” can be seen from October, 22 to November, 26 between Tuesdays and Saturdays from 10.00 to 18.30.

ABOUT OUTLET

Outlet is a venture to bring art, regarded as a luxury commodity, to the masses, in a time and space where social and cultural inequity is ever more deeply entrenched. Outlet hopes to provide an innovative and vigorous platform for an artistic context wedged between the city's many bank galleries, private institutions and museums. Outlet is run by Azra Tüzünoğlu with support of Canan Pak, AYK, Mas Printing, BenQ, Point Hotel, Beck’s, Coca Cola, Net Copy Center and Derin Design.

Outlet Project Room will host distinctive works by artists from Turkey and abroad, as well as helping to support the production of new projects with the desire to intertwine a commercial and a non-profit project space to encourage new attitudes and conversations.

WHEN:

Opening: 22 October 18.30-20.30

Exhibition: 22 October – 26 November

Visiting Hours: Tuesday - Saturday 10.00 – 18.30

WHERE:

Outlet//Independent Art Space

Bogazkesen Cad.

Kadirler Yokuşu No: 69

Tophane-Istanbul

www.outlet-istanbul.org

17 Ekim 2009 Cumartesi

http://www.flickr.com/photos/31286626@N07
http://tophaneartwalk.com/

TophaneArtWalk@SABAH

Sanatın yeni adresi: Tophane
ECE KOÇAL

Yaklaşık bir yıldır pek çok sanat galerisi Tophane'nin yolunu tutmaya başladı. Birbirlerine yürüyüş mesafesinde olan bu galeriler, 'Tophane art walk' diye bir oluşum başlattı
Çok değil bundan birkaç yıl önce İstanbul'un bazı semtlerine adım atmaya bile korkanlar, şimdi buralarda bir ev veya işyeri sahibi olmak için birbirleriyle yarışıyor. Önce Cihangir, ardından Galata ve Asmalımescit, bu değişimden nasibini aldı. Şimdi sırada Tophane var gibi... Yaklaşık bir yıldır Tophane'nin arka sokaklarına akın eden sanat galerileri bunun göstergesi. Şimdilik bu semtte şık restoranlar veya barlar yok, ama gidişat bunu gösteriyor. Tophane'ye sanat galerilerinin gelmeye başlamasının en önemli sebebi, kuşkusuz İstanbul Modern'in ve Antrepo'nun buraya çok yakın olması. Ardından pek çok sergi için mekân işlevi gören Tütün Deposu'nun da hizmete girmesi buradaki hareketliliği artırdı. Bugünlerde Antrepo ve Tütün Deposu'nda bienalin bulunması da bölgeye ayrıca dikkat çekiyor.


SEMTİ KEŞFETME GİRİŞİMİ
Tüm bunlardan yola çıkarak Tophane'deki iki galerinin sahipleri (Outlet'ten Azra Tüzünoğlu ve Pi Artworks'tan Yeşim Turanlı) bu semti bilmeyenlere keşfettirmek için bir girişim başlattı: Tophane art walk. Burada birbirine yürüyüş mesafesinde pek çok galeri, müze ve sanat kurumu olduğuna dikkati çekmek istediler ve bu mekânları da bir haritada göstermeye karar verdiler. Üstüne üstlük buradaki altı sanat galerisini örgütleyerek bu sezon ilk sergilerini aynı tarihte açtılar. Yeşim Turanlı, Tophane'ye gelme hikâyelerini şöyle anlatıyor: "Pi Artworks, 1998'den beri Ortaköy'deydi. Eylül 2008'de, Tophane'de, biri Boğazkesen Caddesi'nin üzerinde, diğeri ara sokakta olmak üzere iki mekân açtık. Ortaköy, 2003'e kadar çok güzeldi. Ama sonra galeriye gelen izleyici sayısı düşmeye başladı. Günde neredeyde üç-beş kişi geliyordu artık. Ama burada günde 40'ın altına inmiyor. Son yıllarda İstanbul'a olan ilgi artmaya başladı; yabancılar geliyor, Galerist'in Mısır Apartmanı'na geçmesi ve İstanbul Modern'in açılmasıyla birlikte bu tarafa bir kayma oldu. Bienal mekânları zaten uzun zamandır buradaydı. Biz de buraya gelmeye karar verdik. Burası çok ham bir bölge; çöpler bir toplanıyor, bir toplanmıyor. İstiklal Caddesi'nin bu kadar yakınında ama İstiklal'den bu kadar kopuk ve gelişmemiş... İstiklal Caddesi'yle İstanbul Modern'i bağladığı için de çok aktif." Azra Tüzünoğlu ise bu galeriyi açtıklarında Tophanelilerin ilk başta ne yaptıklarını anlamadıklarını anlatıyor: "Önce uzak durdular, sonra içeri girmeye başladılar. Önce çocuklar geldi; burada neler olduğunu çok merak ettiler. Bu civarda çok fazla okul var ve burada yaşayan çocuklar da hep sokakta. Önce çocukları kazandık, sonra onlar annelerini getirmeye başladılar. Baktılar ki biz zararsız insanlarız, bizi kabul ettiler. Şimdi bizi de bu mahallenin bir parçası olarak görüyorlar." Bunlara paralel olarak Tophane de değişiyor tabii ki... Galericiler bile bir yılda kendi gözleriyle buna şahit olmuşlar: "Burada biblo toptancıları çoktu, yavaş yavaş gidiyorlar. Her kapanan mağazanın yerine daha temiz mekânlar açılıyor." Bu arada pek çok bina restore ediliyor, hatta Tophane-i Amire'nin arkasında bir butik otel açılacağı söyleniyor. Kısa zaman içinde Orhan Pamuk Müzesi'nin de açılması buraya ayrı bir hareket getirecek kuşkusuz. Şimdiden özellikle yabancı sanatseverler galeri sahiplerine bu müzeyi soruyormuş.

YAYA TRAFİĞİ ÇOK FAZLA
Çukurcuma Caddesi'nde yer alan Hayaka Artı, aslında sanatçı Dilara Akay'ın atölyesi. Ama bir galeriyi andırıyor. Akay, "Burası ticari bir galeri değil, bir sanatçı platformu. Ben de içinde bir sanatçıyım. Bienalle eşzamanlı olarak veya diğer sanat yoğunluğu olan zamanlarda burayı galeriye çeviriyoruz," diyor. Bir yıl önce bu mekânı açtığını söyleyen Akay, Tophane'nin önemini şöyle anlatıyor: "İstanbul Modern'in, Antrepo'nun, İstiklal Caddesi'ndeki galerilerin yoğunluğu, bu arayı da doldurmamıza sebep oldu. Çünkü burada çok yaya trafiği var. Galeriler açılıştan açılışa gezilir. Burası her gün geziliyor. Bu mahallenin çocuklarıyla çalışmalar yapıyoruz. Geçen yıl mayıs ayında 15 çocuğun katıldığı bir resim atölyesi yaptık. Bu yıl, haftada bir galeri ve müzeleri gezdirme projemiz var. Çocukların bizimle etkileşime geçmeleriyle birlikte gündelik kullandıkları lisan bile değişti. Öğretmenlerini görünce nasıl toparlanıyorlarsa, bizi görünce de aynı..."

DİNLENME MOLASI
Bu kadar serginin arasında insan biraz oturup dinlenmek istiyor tabii... Ama Tophane'de gezerken öyle şık restoranlar, kafeler bulacağınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Sahildeki nargilecilerde çay-kahve keyfi yapabilirsiniz. Biraz ileride yer alan kuru fasulyeci Fasuli, burada en lezzetli yemek yiyebileceğiniz mekân. Fasuli'de Doğu Karadeniz'e dair pek çok lezzet bulabilirsiniz. Boğazkesen Caddesi'ne girdiğinizde solunuzda bulunan Babeyn Cafe, terasıyla dinlenme molası vermek için hoş bir mekân. Karşısındaki tantunicide de hızlı bir yemek yiyebilirsiniz. Daha şık mekânlar arıyorsanız, önerimiz İstanbul Modern'in kafesi. Ayrıca Cihangir ve Galatasaray, baş dakikalık yürüyüş mesafesinde. Buralarda istediğiniz kadar mekân bulabilirsiniz.

13 Ekim 2009 Salı

Bir “Sanatçının” Darbeci Olarak Portresi


Açılışı 12 Eylül cuntasının 29. Yıldönümüne rastlayan 11. Uluslararası İstanbul Bienali hem sezonu açtı, hem de pek çok farklı içerikli sergiyi peşine kattı. Bu ironik tesadüf Bienal’in kimi çalışmalarında, özellikle de Cengiz Tekil’in işlerinde, somut olarak izlenebiliyor. Ancak bir sergi var ki direkt olarak 12 Eylül’ü kendine çıkış noktası olarak belirliyor. Tophane’de geçen yıl açılan Outlet’in açılış sergisi “Darbe”, bu 29 yıllık sürecin sanat tarihsel bir dökümünü yapmıyor elbette ancak Darbe’nin bir kuşağın yaşamına ve sanatsal tavrına nasıl yansıyabileceğinin ipuçlarını sunuyor.

1980’lerin, Türkiye’nin yakın tarihi bağlamında en önemli miladı oluşturduğu öne sürülebilir. Bu milat, sadece ekonomik, siyasal ya da sosyal alanlarda değil, o döneme dek olmadığı kadar geniş bir alanı kuşatmış olmasıyla da dikkat çekicidir aslında. Kuşkusuz bu tarih sanat tarihimiz açısından da bir kırılma noktasını işaret ediyor. Özellikle de dönemleştirme refleksine sahip biz sanat tarihçiler için…

Bugün 1980 sonrası sanat dediğimizde, Türkiye’nin kültürel ikliminde gerçekleşen köklü değişimlerin önemli yansımalarını içeren yapıtlarla karşılaşıyor olmamız bu anlamda şaşırtıcı değil. “Dönemin ruhu” sanatçının da, yapıtın da ruhuna işliyor. 12 Eylül sonrasında depolitizasyonun da etkisiyle bireysel hikayelerin peşine takılan, takılmak zorunda bırakılan sanatçı, yepyeni kavramlar ve bağlamlar içinde buluyor kendini. 1990’lar ise 12 Eylül çocuklarının daha bir cesaretle, daha politik ve söylem çeşitliliğini sanatsal tavrının ana malzemesi yapmasıyla sıçramanın üst noktasına işaret ediyor. 1980’lerin bireyci, bireysel ve aynı zamanda yenilikçi sürecinin ivme kazandığı bu yılların ardından 12 Eylül’ü tartışmanın zamanı çoktan geldi sanırız. Bugün yaşadığımız bir çok gerçekliğin bu faşist yönetimin uzantısı olarak hayatımızdaki yerini aldığını kim tartışabilir ki zaten?

“Darbe” işte bu dönemin zihinlere kazınan en kült imgesiyle açılıyor. Hürriyet Gazetesi’nin 12 Eylül 1980 tarihli yıldırım baskısı Halil Altındere tarafından “biricikleştiriliyor”. “Ordu Yönetime El Koydu” başlığıyla sekiz sütuna manşet bu yıldırım baskı, tuval üzerine yağlıboya üzerinde artık başka bir şeye dönüşmüş durumda. Buna eski darbeci yeni ressam Kenan Evren’in “sanatçının bir darbeci olarak portresi” diyebilirsiniz örneğin ya da “bir darbecinin sanatçı pozunda portresi”... Evren’in yüzündeki müstehsi gülüşün, arka arkaya sıralanmış yasaklarla nasıl bir tezat oluşturduğunu ise sanırız söylemeye bile gerek yok. Bir dönemin unutulmaya yüz tutmuş bu “gerçekliği” Altındere’nin deyimiyle “kötülük imgesi” bir daha unutulmayacak bir imgeye dönüştürülmüş oluyor böylece. İşin ilginci eline silahı bırakıp fırçayı alan Evren Paşa bu kez kendi silahıyla vuruluyor. 1990’ların başında, bugün sanatın kurumsallaşmasında başrolü oynayan Aksanat’ta bir ressam olarak sergi açan Evren, böyle bir portresinin yapılabileceğini hayal bile etmemiştir sanırız. Aksanat’tın yöneticilerinden biri olsam Altındere’nin bu çalışmasını alır, daimi olarak sergiler, Evren’e ressam sıfatı veren bir kurum olarak günah çıkartırdım.

Serginin bir diğer ilginç çalışması ise Bengü Karaduman’a ait. Sanatçı da bir nevi darbe mağdurlarından. Ailesinin uzun yıllar Almanya’da yaşamak zorunda kalması 12 Eylül’ün sonuçlarından biri. Darbeye tanık olmamak ama darbenin sonuçlarının yaşamının yönünü belirlemiş olması işlerine de yansıyor. Darbe ve sonrasının imgelerini arşivlerden çıkararak yüzsüz gölgelere indirgeyen sanatçı, bugünden geriye etkili bir bakış oluşturuyor. Servet Koçyiğit ise farklı ülkelerin asker üniformalarından anonim, hiç biryere ait olmayan yeni üniformalar geliştiriyor. Böylece güç dengelerinin kendilerini temsil biçimlerini sorguluyor, neyin bizi güçlü kıldığı sorusunu soruyor ve üniforma fetişizmine farklı bir boyut getiriyor. Serginin son işi Köken Ergun’un. Sanatçı oldukça ironik bir sorudan yola çıkıyor: “Askeriyenin neredeyse görünmez ve güçsüz olduğu bir ülkede, insanlar sokakta dolaşan bir tank gördüklerinde ne yaparlar? ”

“Darbe”, geçmişin sadece güzel günlerden ibaret olmadığını, “normalleştirme” sürecinde unuttuklarımızı, bir darbeciden bir ressamın nasıl yaratıldığına dair tekrar düşünmemizi istiyor.
(Esra Aliçavuşoğlu)

Outlet//İhraç Fazlası Sanat Galerisi
“Darbe” 10 Eylül – 17 Ekim 2009
Boğazkesen Cad. Kadirler Yokuşu No: 69 Tophane-Beyoğlu
Tel: 0212 245 55 05

18 Eylül 2009 Cuma

Suetkafa//Sokakta Dolaşan Bir Tank Görseniz

11. İstanbul Bienali, üzerinde kurgulandığı kavramsal çerçeve ile yönelttiği ‘İnsan neyle yaşar?’ sorusunun cevabını ararken; Tophane’de yer alan Outlet Sanat Galerisi, daha özel bir sorguyu bir ülkenin yaralarına temas ederek gerçekleştiriyor. Halil Altındere, Bengü Karaduman, Köken Ergun ve Servet Koçyiğit’in katılımıyla şekillenen ‘Darbe’ sergisi; siyah tüllerin arkasında saklanan bir trajediyi gerçeklik noktasında yeniden duyumsatıyor. 12 Eylül 1980 darbesinin toplumsal hafızada bıraktığı örtülü kodlar, Outlet sanatçıları tarafından, sanatın estetik yatkınlığı etrafında bir araya getirilip, daha belirgin anlamlara açılacak biçimde sıralanıyor. Politik sanatın ifade paradoksuna düşmeyecek kadar içten bir etkinlik halinde yorumlanabilecek sergi, sanatçıların kendilerini konumladıkları kuşakla birlikte düşünüldüğünde, aslında bir çeşit ‘öz eleştiri’ niteliğiyle, inandırıcılığını ve etkisi arttırıyor.

Halil Altındere’nin 12 Eylül 1980 tarihli Hürriyet Gazetesi yıldırım baskısının kapağını büyüterek gerçekleştirdiği çalışma, galeriden içeri girildiği gibi yeni bir bakışa ihtiyacımız olduğunu hatırlatıyor. Siyasal tarihin somut kanıtlarından birine uygulanan dikkat, neyi nasıl gördüğümüzü bile etkileyen iktidar güçlerinin aslında kendini saklayamayacak denli kötücül olduğunu kanıtlıyor. Ardı ardına sıralanan yasakları kolay seçilebilecek bir formda okumak, daha ilk adımda sarsıyor. Servet Koçyiğit’in fotoğraf çalışmaları ise, üniformanın statik çağrışımlarını birebir yansıtarak Halil Altındere ile aynı etkide bütünleşmekte. Erk’e sunulan gücün kırılmaz yapısı, parodisini kendisiyle birlikte taşıyor.

Bengü Karaduman
ve Köken Ergun’nun katılımlarıyla devam eden sergi, kompleks bir yapı içerisinde kotarılmaya çalışıldığını belli ediyor. Karaduman, 1980 darbesinin zedelediği bir birey olarak, geçmişine ait izlerin peşine düşmüş. Vardığı noktada derdini anlatmaya çalışırken, çeşitli anlara ait video ve fotoğrafları farklı bir teknikle kara siluetlere dönüştürüyor. Peşi sıra ilerleyen basit animasyonların yerleştirilmesinde kullanılan ayna, içe dönük sorgulamaları tetikliyor. Arzulanan iç-sorgu, sanatçıyı ya da sanatçı gibi darbenin izleriyle büyümüş birçok insanla kurulması gereken empatiyi vurguluyor. Fotoğraflar ya da videolar, gölge karakterlerle aktarılan mesaj, kendi konformizmimizi yüzümüze vuruyor. Galerinin alt katında sergilenen Köken Ergun videosu da, her ne kadar farklı bir pratikten geçse bile, toplumlar arası kültürel farkları göstererek kendimize yöneltmemiz gereken sorgunun ciddiyetini anlatıyor. Açıkçası, sergi içerisinde en sevdiğim çalışma bu video. “Askeriyenin neredeyse görünmez ve güçsüz olduğu bir ülkede, insanlar sokakta dolaşan bir tank gördüklerinde ne yaparlar?” gibi ilginç bir amaçla şekillenen video, aslında ikinci aktarımla bizlerle buluşuyor. Videonun hazırlanma süreci ise, kurgu ile performansın birleşmesi ile işliyor. Danimarka’nın bir köyünde dolaştırılan tanka yöneltilen şaşkın tepkiler, yitirdiğimiz masumiyeti akla getiriyor.

‘Darbe’, kavramsal sanatın temel dinamiklerine yönelik yeni yaklaşımlar içermesiyle de önemli bir sergi. Örneğin, Ergun’un gündelik içerisine sıkıştırdığı ve halkı sanata zorladığı videosu ya da Halil Altındere’nin maddeye uyguladığı ‘re-make’, anlatılmak istenen tarihsel gerçeği birbirinden farklı perspektiflerden aktarıyor. Sergi bağlamında hazırlanan kitapçık ise, geniş içeriğiyle amaçlanan ‘hatırlatma’ sürecini pekiştiriyor. Sonuç olarak, ‘İnsan neyle yaşar? demek kadar, ‘İnsan nasıl yaşamalı?’ diye merak edip geçmişimize dönük yüzleşmelerle üzerimize biriken külleri silkelemek, sanatın dilinde zorunluluğunu en iyi şekilde kanıtlıyor.

Fikret Atay Lyon Bienali'nde

Fatih Özgüven//

Bu sene Bienal ve çevresindeki (ki bu sene çevre epey geniş ve ilginç) filmlerin çoğunun gönlünde ‘sinema filmi’ olmak yatıyor gibi. ‘Sinemanın zaferi’ mi yoksa video işleri açısından bir doyma noktası mı? Uzunlukları, hikâyeye meyledişleri, belgeselle derdi olanların bazen düpedüz belgesel olmaları, kimilerinin yönetmen sinemalarını andırmaları dikkat çekici.
Avi Mograbi’nin seksen küsur dakikalık ‘Z32’sinin seanslarını yakalamakta fayda var, zaten gösterildiği yer bir tür sinema salonu.
Canan Şenol’un ‘İbretname’si uzun bir animasyon-masal; bir bakıma, dolaylı olarak öteki işi ‘Çeşme’nin temalarını açıp yayıyor ve çok daha fazla izleyici ilgisine mazhar oluyor.
Danica Dakic’in ‘Isola Bella’sında yüzlerinde maskelerle skeçler canlandıran bakımevi sakinlerini David Lynch’in herhangi bir filminin karakterleri sanabilirsiniz.
Bu eğilimin en iyi örneklerinden birine Bienal’de değil, Bienal’den çıkıp da Boğazkesen’e yöneldiğiniz takdirde Outlet galerisinin bodrum katında rastlayacaksınız. Köken Ergun’un ‘Tanklove’ı 7 dakika içinde ‘Mars Attacks!’la Bergman’ın ‘Utanç’ını buluşturan komik, biraz da tüyler ürpertici bir darbe egzersizi. Danimarka’nın asude bir köyünün ana caddesinde aniden bir tank belirse neler olur? Haber filmciliğinin türlü numaralarıyla korku filmlerinin trüklerini zekice birleştiren, prodüksiyonu da mükemmel filmin ekibi olayın sadece ‘performans’ olmasından ötürü derin bir nefes almış olmalılar ki hatıra fotoğrafı çektirmişler.

12 Eylül 2009 Cumartesi

Darbe//Coup@OUTLET((Opening))

http://www.flickr.com/photos/31286626@N07/sets/72157622345489206/

Masal Değil Hakikat; 12 Eylül'de Darbe Oldu!

"12 Eylül 1980 askeri darbesiyle yüzleşmeden bir gelecek tahayyül edemeyeceğimizi" söyleyen dört sanatçı; Bengü Karaduman, Köken Ergun, Halil Altındere ve Servet Koçyiğit'in hazırladığı "Darbe" başlıklı sergi 10 Eylül Perşembe akşamı yapılan kokteyle açıldı.

Serginin ev sahipliğini yeni alternatif sanat merkezi olmaya aday Outlet isimli galeri yapıyor.

Darbe oldu-bittiye getiriliyor, ama bitmedi

Geç kanlınmış bir soruyu, "Yüzleşmek için çok mu geç?"i sorarak yola çıkan serginin amacı 29 yıldır Türkiye'deki sanatı, sporu, eğitimi, kültürü, siyaseti... kısaca her şeyi etkilemiş ve etkilemeye de devam eden 12 Eylül askeri darbesini, genelde de tüm darbeleri sanatçı gözüyle bir kere daha tartışabilmek.

İnsanların 12 Eylül'le yüzeysel bir ilişki kurduklarını söyleyen sanatçı Karaduman, "çoğu konuda olduğu gibi sadece darbenin olduğunu biliyoruz. Ama darbenin neden olduğunu, sonrasında neler yaşandığını neredeyse hatırlamıyoruz" diyor.

"Ailesinin neden uzun yıllar Almanya'da yaşadığını, kendisine anlatılanlardan değil de tarih kitaplarından öğrendiğini" belirten Karaduman, "tozlu arşivlerden çıkardığı video ve fotoğrafları gölge karakterlere dönüştürdüğü işinde bir anlamda tarihi bugünden geriye sarıyor.

Bisiklete binen Turgut Özal, işkence yapan polisler, uzun ve boş ve muhtemelen bir karakola ait koridor ve diğerleri... sanatçı farklı açılardan bugüne taşıdığı "anları" hatırlamamız gerektiğini vurguluyor. Unutmamak gerek deyip, altını kara bir kalemle çizerek...

Karaduman, sergiye hazırlık sürecinin kendisi için bir bakıma öğrenme sürecine de dönüştüğünü anlatıyor:

"12 Eylül geçip gitmiş bir şey değil. hala sürüyor. Misal Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK)varlığını sürdürüyor. Bir sürü şey gibi o da devam ediyor işte. Anayasa hala askeri ve darbecileri koruyor. Ama neredeyse hepimiz bu gerçeği unutmuş durumdayız. Unutturulmuş durumda."

Karaduman'a, "12 Eylül'ü bir sanat eserine dönüştürmenin risklerini" soruyoruz. "Sanatın durumu teknik bir şeyden çıkartıp iletişime geçiren bir hale dönüştürdüğünü" anlatıyor.

"Tek farkla" diyor sanatçı, "bunu estetiğe dönüştürürken asıl karanlığı büyüterek görünür kılıyor."

Yaşayanlar hatırlayacaktır, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) devlet yönetimine el koyduğunda "Türkiye'nin Türklerin olduğunu" iddia eden Hürriyet Gazetesi yıldırım bir baskı yapmış ve bunu halka duyurmuştu.

Kapağında darbeci general Kenan Evren'in "sevimli" bir fotosu, yanında da gelişmeye dair ayrıntılar. Ancak Hürriyet'in ilk sayfasındaki ayrıntılar Evren'in illüstrasyonunun yanında devede kulak gibi kalmıştı.

Küçük Evren fotoğrafı büyürse

Serginin katılımcılarından sanatçı Halit Altındere, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin "kült figürü" Hürriyet'in yıldırım baskısını yeniden ama orijinal boyutundan "biraz" büyük bir şekilde yeniden üretmiş.

"Çünkü" diyor, "unutmak istediğimiz, belleğimizin en karanlık tarafının, aslında ne kadar taze durduğunu gösterip, bu yüzleşmeyi tarihe çivilemek istedim."

Gerçekten de sergi salonuna girer girmez gözünüzü alan bu eser de (aslında Hürriyet Gazetesinde) Evren, yaptıklarından gurur duyan bir gülümsemeyle sizi karşılıyor. Düşününce irkiltici olabilen bu an gören için görmekle kalmamak anlamına da geliyor.

Altındere, 12 Eylül'ün mimarı, yeni kuşakların ressam olarak tanıdığı Evren'in resmini yapıyor. Noktasına virgülüne dokunmadan ardı ardına sıralanan yasakların korkunçluğunu çiziyor: "İkinci bir emre kadar sokağa çıkmak yasaklandı, siyasi partiler kapatıldı."

Sanatçı, 29 yıl olmasına rağmen Evren'in ve diğer darbecilerin yargılanmamasına şaşırmamamızı eleştiriyor. "Göz göre göre zaman aşımına uğratılıp yırtacaklar" diye endişeleniyor.

Outlet'teki "Darbe" sergisine gittiğinizde Altındere'nin işine yakından, çok yakından bakmak, Hürriyet'in yıldırım baskısında yer alan cümleleri bir kere daha okumakta fayda var. Zira, sanatçının da dediği gibi, o kapak "Kenan Evren'in ressam değil, eli kanlı bir darbeci olduğunu" sessizce bağırarak kulağınıza fısıldıyor.

Nereden çıktı bu tank?

"Askeriyenin neredeyse görünmez ve güçsüz olduğu bir ülkede, insanlar sokakta dolaşan bir tank gördüklerinde ne yaparlar?"

Serginin katılımcılarından sanatçı Köken Ergun, bu sorunun peşinden Danimarka'ya gitmiş ve bir köyde tank dolaştırmış. Ve bu kurgu yavaş yavaş bir performansa dönüşmüş.

Sokakta tank görmediğinde işkillenen buralıların, dillerinde darbe kelimesinin karşılığı olmayan bir ülkeye gittiğinizde karşınıza çok farklı tepkiler toplumlar arasındaki kültürel farkların enfes bir göstergesi adeta.

Silah altındaki erkeklik

Servet Koçyiğit'in işlerinin odağında farklı ülke askerlerinin güç dengeleri, duruşları ve kendilerini temsil biçimleri var. görür görmez aklıma Lambdaistanbul LGBTT Derneği'nin 2008'de düzenlediği ilk karma sergisinde yer alan Erinç Seymen'e ait payet işlemeli iş geldi.

İki asker birbirlerine romantik, hatta erotik bir biçimde sarılmış, yerdeki silaha bakıyorlar. Seymen silahtan arındırdığı fotoğrafa kuğular ekleyerek hoş bir seda yaratıyordu. Görmek isteyenler http://lambdahafriyatta.blogspot.com/ adresini kullanabilirler.

Koçyiğit'e dönelim.

"Erk dünyasında, üzerine giyindiğin üniforma mı seni güçlü kılar, sana yeni bir rol ve süper güçler verir; yoksa sen o üniformanın esiri misindir?"

Sanatçının kodları görünür kılan yaklaşımı, dokunulmaz olana dokunuyor, yüzeyin altındakileri açığa çıkarıyor. Erkekliğin silah altında aldığı şekilleri görmek, bir anlamda sorularımızı nereden sormamız gerektiğini düşünen bizler için el feneri olabilir.

Masal değil acı hakikat

Bugün 12 Eylül askeri darbesinin 29. yılı. Kadıköy'de ve çeşitli şehirlerde insanlar, "darbeciler yargılansın" demek için sokağa çıkacaklar. 11. İstanbul Bienal'inin başladığı bugünün 12 Eylül'ün yıldönümüne denk gelmesi tesadüf müdür bilemeyiz ama İstanbul'da açılan "Darbe" sergisinde göreceklerinizin hiç birinin tesadüf ya da korku hikayesi değil, hakikatin ta kendisi olacak.(BÇ)

"Darbe" sergisi 10 Eylül'den 17 Ekim'e dek Salı'dan Cumartesi'ye 10.00-18.30 saatleri arasında görülebilir.

Bu kez sanat Darbe'ye vurdu!(Zaman)


Babam ve Oğlum filminin giriş sahnesi pek çoğumuzun zihnindedir. Filmin kahramanı Sadık 12 Eylül darbesinin yapıldığı geceye denk geldiği için, doğurmak üzere olan karısını hastaneye götürecek ne bir kimse ne de araba bulabilir.
Sokak ortasında doğum yapmak zorunda kalan karısı, bir süre sonra oracıkta ölür. Kucağında bebekle aklını yitirmek üzereyken, bir askerî araçtan inen çavuş darbe olduğunu, bunun için ortalıkta kimsenin olmadığını söyler. O gece hem Sadık için hem de ülke için en karanlık gecelerden biridir.

Filmden çıkıp gerçek hayata döndüğümüzde aynı karanlık bizi de içine çekiyor. Bugün 12 Eylül. Bundan tam tamına 29 yıl önce sabah saat 03.58'de ordu yönetime el koydu. Etkisi yıllar yılı sürecek bir döneme girildi. Türkiye tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri olan bu darbeyle 650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 'sakıncalı' damgası yedi. 7 bin kişi idamla yargılandı, bunlardan 517'si hüküm giydi, 50 kişi infaz edildi. 171 kişi işkencede öldü. 299 kişi cezaevinde hayatını kaybetti. 95 kişi çatışmada öldü. 937 film yasaklandı. 3.854 öğretmen, 120 öğretim üyesi, 47 hâkim görevden alındı. 400 gazeteci toplam 4 bin yıl hapis cezasıyla yargılandı. 39 ton gazete ve dergi yakılarak imha edildi.

'EN POLİTİK EYLEM SANAT'

Hazır şimdilerde İstanbul'da eserleri sergilenirken bir de Alman sanatçı Joseph Beuys'a kulak verelim; böylelikle sözün nereye uzayacağı kendini ele verecektir. Beuys'a sorarlar, "Politik eylem için hangi araçlar seçilebilir?" diye. O da şöyle cevap verir. "Ben sanatı seçtim." Son dönemlerde darbe girişimi söylentileriyle, iddianamelerle yatıp kalktık. Edebiyatın 80 darbesine bakışına, yazışına aşinayız. Bu kırılmanın ne menem bir şey olduğu artık gün yüzüne çıkıyor. Hesaplaşmalar oluyor. Peki apolitik sayılan bir kuşağın sanatçıları bu süreci nasıl okudu?

Tophane'de yer alan Outlet Sanat Galerisi, kapılarını 'Darbe/Coup' adlı sergiyle açtı. Sanatçılar Halil Altındere, Bengü Karaduman, Köken Ergun ve Servet Koçyiğit fotoğraf video gibi işlerle 'darbe' kavramını sorguluyor. Bu genç sanatçılar plastik sanatlar adına ülkemizde belki de geç kalınmış bir konuyu, tartışmaya çağırıyor, ülkemizde ve dünyada darbenin karanlık yüzüne davet ediyor. "Hükümet, askerî kuvvetler, yasaklar ve aşırı uçların çatışması görsel kültüre nasıl yansıyor? Sadece Türkiye'de değil, 'darbe yemiş' pek çok ülkede bu kodlar nasıl görünür oluyor?" gibi soruların peşine düşen sanatçılar kendilerine ve herkese "Yüzleşmek için geç mi kaldık?" pankartını açıyor.

BİR SABAH ANSIZIN TANKLAR DOLAŞIR

Sergide Halil Altındere, 12 Eylül 1980'in kült imgesi olan Hürriyet Gazetesi yıldırım baskısındaki "Ordu yönetime el koydu" başlığının noktasına, virgülüne dokunmadan ardı ardına sıralanan yasakları yeniden üretiyor. Tarihimizin kötülük imgesini büyütüyor, bakmaya zorluyor. Unutmak istediğimiz, belleğimizin en karanlık tarafının, aslında ne kadar taze durduğunu gösterip, bu yüzleşmeyi tarihe çiviliyor. Ailesinin neden uzun yıllar Almanya'da yaşadığını, annesinden değil tarih kitaplarından öğrenen sanatçı Bengü Karaduman bir belgeselle o dönemi anlatıyor, eleştiriyor.

Köken Ergun fotoğraf ve video çalışmasıyla "Askeriyenin neredeyse görünmez ve güçsüz olduğu bir ülkede, insanlar sokakta dolaşan bir tank gördüklerinde ne yaparlar?" sorusunun peşinden gidiyor. Danimarka'nın bir köyünde, bir tankı dolaştırıyor. Ve bu kurgusal film, yavaş yavaş bir performansa dönüşüyor. Bir sabah ansızın sokaklarında tankların dolaşmaya başladığı bir ülkeden, dillerinde darbe kelimesinin karşılığı olmayan bir ülkeye gittiğinizde karşınıza farklı tepkiler çıkıyor. Ergun, onların renkli görüntülerini fotoğraflıyor. Servet Koçyiğit fotoğraflarıyla farklı ülke askerlerinin güç dengelerine, duruşlarına, kendilerini temsil biçimlerine odaklanıyor.

Kapalı kapılar, örtük perdeler, tank ve silah sesleri, korkulu yürekler, acılı insanlar... Umulur ki adına darbe dedikleri bu karanlık zamanlar bir daha yaşanmaz. Hep masmavi bir gökyüzü, ışıltılı zamanlar insanlığa eşlik eder. Küratörlüğünü Azra Tüzünoğlu'nun yaptığı ve bir nevi hafıza tazeleme olan sergi, 17 Ekim'e dek salıdan cumartesiye 10.00-18.30 saatleri arasında görülebilir. (0212 245 55 05)

Yıldırım baskının hatırlattıkları (Radikal)

Outlet'te açılan 'Darbe' sergisi, 12 Eylül'ü hatırlatıyor. Darbenin ardından gelen yasaklar, baskı ve etkisi hâlâ süren militarizmin kodları üzerine dört sanatçının işleri bizi 'hesaplaşmaya' çağırıyor.

Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin 29. yıl dönümü. Bunca zaman sonra hâlâ 12 Eylül’le hesaplaşalım mı hesaplaşmayalım mı, yargılayalım mı yargılamayalım mı diye konuşmayı sürdürüyoruz. Şaşırtıcı değil, çünkü geride, ne kadar hesaplaşıldığı belli olmayan daha birkaç darbe var. Hatta sivili, postmoderni filan derken Türkiye’de gündelik siyasetin bir unsuru olmuş çeşit çeşit darbe var.
Bienal münasebetiyle her yerde birbirinden büyük, ilgi çekici, iddialı sergi açılırken ‘genç’ sanatçıların mekanı Outlet’de epey yalın, biraz tenha ama taşı gediğine koyan bir sergi açıldı: ‘Darbe’. Şimdi ondan söz etmenin vaktidir.

‘Evren’i ressam sanıyorlar’
“Otuz yıl sonra hâlâ 12 Eylül’ü tartışıyor olmamız, enteresan. Dünyada bütün cuntacılar yargılandığı halde Türkiye bunu yapamadığı için her 12 Eylül’de belirli siyasal düzlemdeki insanlar bunu gündeme getirir. Kitaplar çıkar, yazılar yazılır, toplantılar yapılır ama paşalar hala rahat, koruma altında yaşar; kanunlar değişmediği için. 12 Eylül yasaları değişene kadar bu mesele güncelliğini koruyacak gibi görünüyor.” Halil Altındere’ye ‘Bu sergi nereden çıktı?’ diye sorunca böyle başladı anlatmaya. Altındere’nin ‘Hürriyet’ adlı işi, bir anlamda 12 Eylül’ün simgelerinden birine dönüşen Hürriyet gazetesinin 12 Eylül tarihli ‘yıldırım baskısı’nın tıpatıp bir resmi. Partilerin, sendikaların, derneklerin, bankaların kapatıldığı, sokağa çıkmanın, spor faaliyetleri yapmanın ve yurtdışına gitmenin bir anda yasak edildiği, cuntanın bildirilerini numaralayıp okuduğu 1980 yılının Türkiyesi... Büyütülerek tuval üzerinde yeniden üretilen gazete sayfası, bize ‘ilk yasakları’ hatırlatıp siyasi tarihimizin ‘kötülük imgesi’yle yüz yüze bırakıyor. Halil Altındere’ye göre bu sayfanın bir başka anlamı daha var. “Yeni jenerasyonun bir kısmı Kenan Evren’i bir ressam olarak biliyor. Tonton, yaşlı bir ressam amca gibi...” İşte tonton amcanın ve arkadaşlarının marifetlerini bilene bilmeyen hatırlatacak bir iş bu.
Azra Tüzoğlu’nun hazırladığı sergide, hepsi de yurtdışında yaşayan, darbe olduğunda kimi dokuz kimi beş yaşında olan üç sanatçının daha işleri var. Köken Ergun’un Danimarka’da küçük bir kasabada birdenbire bir tankı sokakta yürüterek insanların tepkilerini kaydettiği videosu ‘Tanklove’ bunlardan biri. Türkiye’de böyle bir durumda insanların aklına ne gelir belli (gerçi hâlâ düzenli olarak yürüyorlar, bayramdan bayrama...). Gündelik hayatlarında ordunun esamisi okunmayan Danimarkalılar da bu ‘ölüm makinası’nı sokaklarında görmekten pek eğlenmiyor. Herkesin yüzünde şaşkınlık ve korku var. Benim gördüğüm, tankı gülerek cep telefonuna kaydeden tek grup, bir kebabçı dükkanın önünde duran siyah saçlı gençler olmuş! Gerçeğiyle sahtesini ayırt edebilme yeteneğinden olsa gerek...
Hollanda’da yaşayan Servet Koçyiğit ise üniformayla ifadesini bulan iktidar ilişkilerini anlatan fotoğraflar çekmiş. Farklı ülkelerin üniformalarını giyen erkekler bazen dayanışma halinde, bazen çatışma. “Benim işlerim Hollanda’da asker olgusuna çok uzaklar. Orada neredeyse yorumsuz karşılandı. Ama mesela İsrail’de tam tersi, militarim yaşamın bir parçası, hekes asker, her yer silah ve orada böyle bir iş çok daha fazla ilgi görüyor”diye anlatıyor yaptığı çalışmanın macerasını.

Darbe olursa ne yapmalı?
Bengü Karaduman da Halil Altındere gibi 12 Eylül ikonografisini ele almış. 1980 yılının öncesinin ve sonrasını anlatan televizyon görüntülerinden, dergi kapaklarından, fotoğaflardan çok güzel siyah biyaz resimler oluturmuş. Bunların bir kısmını da hareketlendirmiş ve uç uca ekleyip duvara yansıtmış. Tuna Huş, Ağca, Turgut Özal bazen sevimli bir ilüstrasyon gibi ya da karanlık bir siluet halinde duvarlarda asılı duruyor. Videoda tek bir söz ‘mesleğim devrimcilik’ deyip yerine oturan tutuklular, kapıları tekmeleyen askerler bir karanlık çizgi film gibi gözümüzün önünde akıyor. “Türkiye 12 Eylül’le hesaplaşmadı. Bizim iletişimimizde izleri hâlâ sürüyor, birbirimize nasıl davranıyoruz, kurumlar nasıl çalışıyor... Aslında darbe hâlâ sürüyor. Hissedip rahatsız olduğumuz şeyler ama belki farkında değiliz bunların hepsi darbenin etkisi..” diye anlatıyor Bengü Karaduman.
Sergiyle ilgili güzel bir kitapçık hazırlanmış. İçinde Burak Arıkan’ın “Askeri darbe olursa nasıl iletişim kurarız” başlıklı internetin ortadan kaldırılması halinde kurulacak ağ hakkında ilginç bir yazı da var. Sözü, erbabına bırakıp, kitaptaki Ahmet İnsel söyleşisinden bir alıntıyla bitirelim: “12 Eylül kurumları duruyorlar. Toplumsal davranışları engelleme, bastırma kapasitesi yüksek kurumlar. Bir şeyler yaptırma ve yapma ka-pasitelere belki çok fazla yok ama engelleme ka-pasiteleri yüksek. (...) Sorunları çözdürtmüyor, ama kendi istediğini de yaptırtamıyor. Bu nedenle büyük ölçüde yerimizde sayıyoruz.”