18 Eylül 2009 Cuma

Fatih Özgüven//

Bu sene Bienal ve çevresindeki (ki bu sene çevre epey geniş ve ilginç) filmlerin çoğunun gönlünde ‘sinema filmi’ olmak yatıyor gibi. ‘Sinemanın zaferi’ mi yoksa video işleri açısından bir doyma noktası mı? Uzunlukları, hikâyeye meyledişleri, belgeselle derdi olanların bazen düpedüz belgesel olmaları, kimilerinin yönetmen sinemalarını andırmaları dikkat çekici.
Avi Mograbi’nin seksen küsur dakikalık ‘Z32’sinin seanslarını yakalamakta fayda var, zaten gösterildiği yer bir tür sinema salonu.
Canan Şenol’un ‘İbretname’si uzun bir animasyon-masal; bir bakıma, dolaylı olarak öteki işi ‘Çeşme’nin temalarını açıp yayıyor ve çok daha fazla izleyici ilgisine mazhar oluyor.
Danica Dakic’in ‘Isola Bella’sında yüzlerinde maskelerle skeçler canlandıran bakımevi sakinlerini David Lynch’in herhangi bir filminin karakterleri sanabilirsiniz.
Bu eğilimin en iyi örneklerinden birine Bienal’de değil, Bienal’den çıkıp da Boğazkesen’e yöneldiğiniz takdirde Outlet galerisinin bodrum katında rastlayacaksınız. Köken Ergun’un ‘Tanklove’ı 7 dakika içinde ‘Mars Attacks!’la Bergman’ın ‘Utanç’ını buluşturan komik, biraz da tüyler ürpertici bir darbe egzersizi. Danimarka’nın asude bir köyünün ana caddesinde aniden bir tank belirse neler olur? Haber filmciliğinin türlü numaralarıyla korku filmlerinin trüklerini zekice birleştiren, prodüksiyonu da mükemmel filmin ekibi olayın sadece ‘performans’ olmasından ötürü derin bir nefes almış olmalılar ki hatıra fotoğrafı çektirmişler.

Hiç yorum yok: