25 Aralık 2009 Cuma

17 Aralık 2009 Perşembe

8 Aralık 2009 Salı

OUTLET@HURRİYET


İstanbul'un Sanat Sahnesinde...


@SABAH

Diyarbakır'dan 'mesaj' var


Diyarbakır'da yaşayan sanatçılar Şener Özmen ile Cengiz Tekin, 'Orijinal Mesaj' sergisiyle Batı'nın Doğu algısını ve güncel siyaseti sorguluyor
Diyarbakır'da yaşayan ve çalışan sanatçılar Şener Özmen (38) ile Cengiz Tekin'in (32), 2006-2009 yılları arasında birlikte ürettikleri ve ilk sergileri olan 'Orijinal Mesaj' sergisi, günümüz toplumsal-siyasal olayları üzerine düşünüyor ve düşündürtüyor. Birbirine bağlı dört videodan ve fotoğraflardan oluşan sergi, Türkiye'deki politik sıkıntılara geniş bir perspektif de sunuyor.

Şener Özmen öncelikle sergi ismini neden 'orijinal mesaj' koyduklarını açıklıyor: "2000'lerin başından bugüne dek Doğu'da üretilenlere İstanbul'dan klişeler yüklendi. Üretilenlerin bir mesaj vermesi gerekiyormuş gibi algılandı. Mesaj verilen yer ya bir sanat çevresi ya devlet katı olacaktı... 'Orijinal mesaj' aslında görünürde hiçbir şey iletmeyen, böyle bir derdi olmayan bir isim. 'Aslında sizin ilettikleriniz kötü de, biz iyisini iletiyoruz' da demedik." Bu bir anlamda 'Siz boşuna mesaj aramayın, biz kendi mesajımızı kendimiz veririz' anlamına da geliyordu sanki...

Sergideki çalışmaların çoğunda toprak görüyoruz; kısacası toprağa bağlı bir durum var ama iki sanatçı sırf buradan hareketle serginin okumasının yapılamacağını anlatıyor: "Bazı şeyler çok klişeleşti. Bunlardan çıkmalı artık. Sergideki Bir Gün Bir T ve K videosunda da bu var. K'nın ve T'nin Türk mü, Kürt mü oldukları belli değil. Film böyle bir işaret vermiyor. Bir şeyden kaçıyorlar ama neden kaçtıklarını bilmiyoruz. Bir kavga ediyor, bir barışıyorlar. Biri bir şeyle uğraşırken, diğeri korkudan titriyor. En sonunda biri ölüyor gibi gözüküyor. Film, ilk bakışta 'Noluyor burada?' dedirtiyor. Bu, tam da önemli olan soru. Gerçekten o bölgede ne oluyor? Projeksiyonu oraya çevirip 'Ne oluyor?' demek gerekiyor."

DERİN DEVLET HENDEĞİ
Cengiz Tekin'in Normalizasyon isimli çalışmasında, oturma odasındaki bir ailenin yanıbaşında bir hendek açıldığını görüyoruz. "90'lı yıllarda derin devlet söylemleri hayatımızda çok yer aldı. Gerçek bir travma yaşadık burada. Bu durum, evin insanlarının buluştuğu oturma odasında derin bir oyuk açtı" diyor Tekin. Sanatçıların bu son çalışmaları bir tür 'iyileşme dönemi yapıtları' olarak değerlendiriliyor. Bunun açıklamasını şöyle yapıyor Şener Özmen: "Uzun bir dönem, çok hızlandırılmış bir sanat pratiği vardı. Biz kendimizi birer sanat işçisi olarak gördük. Ve nitekim küratörler de bize devamlı 'Çalışın,' diyorlardı. O zaman hep yarım işler üretiyoruz; hep bir yerde kalan, bir şey söyleyecekmiş gibi davranan ama aslında bir şey söylememeye çalışan simgesel bir dil var. Şiir gibi, sürekli gizliyorsun. Çok derinlere gidersen, ana dil, baskı birçok şey çıkıyor içinden. O dönemde sorunlu, psişik işler çıkıyordu. Gelişme döneminde biraz geri çekilip hem sanata hem yaşadığımız topluma bakmamız, bize daha sağlıklı bakış açıları verdi. Poşunun içinden kafamızı çıkaramayabilirdik."

Özmen ve Tekin'in en çok duydukları soru tabii ki Diyarbakır'da sanatçı olmakla İstanbul'da sanatçı olmak arasında ne gibi farklar olduğu... Şener Özmen soruyu şöyle yanıtlıyor: "Bu soruya şöyle cevap verilmeli: Çok kötü durumdayız, her şeyden yoksunuz. Oysa böyle bir şey yok. İstanbul'da kümelenmiş güncel sanat camiasının dikkatini çekmek için üretilen bir söylemdi. Bu söylemler artık midemi bulandırıyor. Gerçek hiç de öyle değil. 'Sizler çok daha iyisiniz, çünkü her şey elimizin altında; bizler kötüyüz, çünkü elimizin altında bir şey yok,' denildi. Bu düşünce biçimi üzerinden sanat üretenler var. Öyle bir şey yok. En kötü dönemde bile iş yaptık. Oradan kamera kiraladık, buradan film aldık."

Sergi, 9 Aralık'a dek Tophane'deki Outlet// İhraç Fazlası Sanat'ta izlenebilir.
Tel: 0212 245 55 05


ECE KOÇAL 08.12.2009

2 Aralık 2009 Çarşamba

30 Kasım 2009 Pazartesi

Ya Türk demokrasi tablosunun fiyatı?

Yarın açılacak ‘Orijinal Mesaj’ başlıklı sergi, Şener Özmen (solda) ve Cengiz Tekin’in son dönem birlikte ürettiği video filmlerden ve bu filmlerle paslaşan fotoğraflardan oluşuyor.

Diyarbakır’dan Şener Özmen’in 2000’li yılların başından itibaren düzenli olarak küreselleşme eleştirisi yaptığını söyleyebiliriz. Ekonomik olanı siyasal olandan, siyasal olanı kültürel olandan ayırmanın mümkün olmadığı yeni milenyumun ilk yıllarından itibaren Özmen’in bu ayırt edemeyişi dert ettiği aşikar. Bunu yaparken de son derece öznel, içinden geçtiği ve kokusunu aldığı tüm toplumsal değişimleri anlatan, kendi deneyimlerini taşıyan, kendine mahsus bir dil kurduğunu da belirtmeliyiz. Bu bir kişilik dile, bir süre önce Cengiz Tekin de katıldı. İkilinin yarın Outlet sanat mekanında Cengiz Tekin’le açtığı ‘Orijinal Mesaj’ adlı sergide, bu dilin bu kez bir kolektif olarak çoğul konuştuğunu duyacağız. Ve nesi olduğunu bildiğimiz elin, iki adet olunca sesi olup olmadığına karar vereceğiz...


Seninle ilk söyleyişi 2001 yılında yapmıştım. Seninle yapılan ilk söyleşiydi. Onun böcekleri var, savaşçı mı savaşçı başlığı altında... (Rahmetli Memet Baydur’u bulmuştuk karşımızda) Aradan geçen zamanda böcekler ne durumda, evcil hayvanlara dönüştüler mi?
Ya evet, tuhaf zamanlardı, gerçi şimdikinden daha tuhaf sayılmazdı ya! O sıralar yapıp ettiklerime yönelik bir ilk tepkiydi rahmetli Memet Baydur’un sözleri, yani ben daha ağzımı açar açmaz, birileri susmamı istemişti. Onun sözleriyle “Bilinci Diyarbakır karpuzu gibi ikiye ayrılmış” bir sanatçıydım falan. Aşırı plastik sanat eğitimi yıllarında bana Radikal gazetesi okumamam gerektiğini her fırsatta dile getiren neo-Kemalist ve pür akademik bir çevre vardı, onlar Cumhuriyet’te buluyorlardı yansımalarını, benim ise yansıyacak veyahut yansıtacak bir tarafım kalmamıştı. Zira epeydir Diyarbakır’da yaşıyor ve hiçbir şey üretmiyordum ve artık Cumhuriyet’in beni durduk yere tahtaya kaldırmasını da istemiyordum. Gregor Samsa’nın bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulması, benim Diyarbakır’da her sabah bunaltıcı düşlerden uyanmamla aynı şey değildi. Evcilleştirme adına değil miydi tüm o cürümler? Bunu en son Ceylan Önkol olayında yaşadık, biliyorsunuz, o da evcil hayvanlarını otlatmaya çıkarmış, bir daha da geri dönmemişti.

Plastik-anlatı diye bir oluşumla başladın... Bu sanat tarihine göndermeler taşıyan anlatının kahramanı Abdülbaki Readymade’di. Abdülbaki durmuyor olabilir ama en son tespiti ne olabilir bugüne içinde yaşadığımız günlere ilişkin? O zaman Halil Altındere, Vahit Tuna ve Elif Çelebi bir mağarada mahsur kalıyorlardı. Bugün hangi sanatçılar yer alırdı hikayenin içinde?
Bugüne, içinde yaşadığımız günlere ilişkin son tespiti ne olabilirdi Abdülbaki Readymade’in? Tespitten çok, ‘Ben dememiş miydim?’ diyecekti ve ardından sosyal demokrasinin Türkiye rezaleti üzerine esaslı bir de konuşma yapacaktı müzelerin birinde... Bugün hangi sanatçılar yer alırdı? Bir şeylerin izdüşümüydü sanki o sıra seçilen isimler. Pazar da yoktu, pazarlık da, ama artık hikâye de yok sanatta. En son 9B’de görmüştük.

Güncel sanat hareketinin Sothebys’le, çağdaş Türk sanatı müzayedesiyle ziyadesiyle sona erdiğini avant-garde’ın satılana kadar avant-garde olduğunu düşünüyorum. Çağdaş sanat hiç olmadığı kadar çağdaş, diyorum. Bu hareketin 90’lardan beri gelişimi, dönüşümü, eleştirdiği neyse -piyasa ve onun değerleri- ona dönüştüğünü, ki bu çok normal diye düşünüyor musun benim gibi?
İyi düşünüyorsun derim. “Bu müzayede çok önemli, milli maç gibi esecek” diyordu Burhan Doğançay gülerek. Oktay Duran’ın gözlerinden okunuyormuş Doğançay’ı ne kadar desteklediği falan... Herkes fiyatların daha da yükselmesini umut ediyormuş, yükseldikçe çağdaş Türk resmi hak ettiği öneme biraz daha yaklaşacakmış, belki yakalayacakmış sonradan. Peki ya Türk demokrasisi tablosu? Ona yatırım yapacak kimseyi bulamıyorlar mı? Benim derdim buydu ve bence güncel sanat, gitmesi gerektiği yere gitti. Bırakın bir sosyal yapıyı veyahut ceberut bir düşünce alışkanlığını, bir küratörü bile dönüştüremediğini gördü zaman içinde. Vahşi kapitalizm söyleminden sonra, güler yüzlü sanat piyasası demeye başlar başlamaz, tüm inandırıcılığını yitirdi. Bu yüzdendir ki bana fazlasıyla komik geliyor göndermeler, herkes aynı sorunun peşinde, “Beni keşfedecek bir galerist veyahut koleksiyoner çıkacak mı?”
İçinde yaşadığın bölgenin değil aslında hepimizin sanatla olan imtihanımızı belgeledin bazı işlerinle. Supermuslim ve özellikle ‘Road to Tate Modern’... Tate Modern’e giden yol bir anlamda AB’ye giden yol, çağdaş sanata giden yol, Avrupa’ya, medeniyete giden yolların her biri. Bugün bu işin İstanbul Modern’in koleksiyonunda şu anda Berlin’de Martin Gropius-Bau müzesinde sergileniyor... İşlere koleksiyonlarda yer almak, seyahat etmek ne getirir? Sana ne getirdi?
Bu normal durum yaşam koşullarımı da değiştirmiyor. Hayatımın bir yarısı kıta Avrupası’nda da geçmiyor. Yazları burada, kışları şurada olmuyor, olamıyorum. İster miydim peki? Bunların önemsenmediği bir söylem tutturmak gerekiyor belki de. Sanat belirli bir zümrenin elinde, bu her yerde böyle ama.

Diyarbakır’a iş getirenler peki? Bu İstanbul-Diyarbakır trafiği çağdaş sanat açısından hep ama hep sorunlu değil mi? Getirilen her şey eninde sonunda götürülüyor gibi geliyor bana. Bir toplumsal sorumluluk projesi olarak sanat sergisi yapılamaz...
Getirecekler, getirsinler! Savaş getirdiler de ne oldu? Ancak sorun şu ki, bir yerlerde Vasıf’ın (Kortun) da dediği üzere, sömürge valileri gibi hareket ettiler. Çağdaş budur, modern de şudur diye gözlerine sokmaya çalıştılar tüm o ilerlemeci sanat abidelerini. ‘Diyarbakır’da bir ilk!’, yok ‘Mardin’de ilk güncel sanat sergisi’, ‘Kızıltepe güncel sanatla buluştu!’ gibi, beni çileden çıkaran bakış açıları hâlâ yürürlükte. İyi sergiler olmadı değil, adam gibi konuşmalar yapan sanatçılar olmadı değil, ancak dediğim gibi, buralar bir plato artık, her anlamda bir plato. Kamerasını kapan geldi, geliyor. Yakın köylerdeki bir kısım yeni güncel sanatçı da kendimizi daha ne kadar acındırabilirizin peşine düştü.

Geçtiğimiz günlerde Garajistanbul’da Namus Oyunları etkinliği çerçevesinde bir seri canlı söyleşiler yaptım. Handan Çağlayan’la mesela. Kürt kadın hareketi üzerine çalışan Kürt ve feminist bir siyaset bilimci... Kadınların DTP’deki etkinliğini konuştuk. 40 kişilik kadın kotasını uygulamaya gerek kalmıyor partide. Kürt kadın siyasetçiler son derece etkin. Lakin Kürt kadın sanatçılar nerede? Erkek ve Kürt bir sanatçı olarak ne dersin?
Bu sorunun muhatabı ben miyim, daha doğrusu ben doğru kişi miyim bilmiyorum. Siyaset sahnesindeki varlıkları kuşku götürmez, oldukça etkinler. Ancak sorunun her defasında namus üzerinden yansıtılmasına da alışamadım, bir tuhaflık hissediyorum bu argümanlarda. Sanırım bu biraz da projeksiyonla alakalı. Maskülen bir sanat ürettiğimizi sanmıyorum. Tam aksine, oldukça feminen bir noktadayız. Sadece biraz daha güven gerekiyor, bunu aştıklarında, biz erkek sanatçılardan çok daha anlamlı işler üreteceklerini adım gibi biliyorum. Yani ortada olmamaları, hatta hiç varlık göstermemeleri, ekmeğimize yağ sürmüyor. İlla ki Tracey Emin olun demiyorum, Rojin olun da... Ama ne olur biraz güven!

Dille uğraşmayı seven, bunu mesele eden biri olarak ‘Kürt açılımı’nı analiz eder misin? Bu açılım sırasında nasıl konuşuyoruz? En azından konuşuyor muyuz?
Açık bir biçimde ifade etmek gerekirse, adı her ne olursa olsun, proje ABD’nin yeni Ortadoğu şekillendirmesiyle fazlasıyla alakalı. İslâm üzerinden ABD karşıtlığı Araplar içinde gelişiyor, ABD bunun önünü alamayacağını biliyor, ancak yaslanacağı iki ulus var, biri Kürtler, diğeri de Türkler. 10-15 yıl içinde sınırlar, şimdi olduğundan daha farklı bir yöne kayabilir. Bekleyip görmek gerek.

Cengiz Tekin’le birlikte yaptığınız üretimleri bir kolektif gibi mi algılamalıyız?
Aynen, kolektif bir düşünüş ve eylem biçimin sonuçları bunlar. Cengiz Tekin’le epeydir ortak işler üretiyoruz, fotoğraftan ziyade video işleri. ‘The Original Message’ serisi sitüasyonistlere bir vefa borcuydu. Bu daha çok yerleşmesini istediğimiz bir kolektif üretim pratiğiyle alakalıydı, yanı sıra kendi kişisel işlerimizi de üretmeye devam ettik. Cengiz Tekin son derece akışkan bir sanatçı, onunla çalışmanın bana kattığı bir şeyler olduğuna inandığım, bunu gördüğüm için birlikteyiz. Yani adamda maske yok, neyse o işte. Sanatı da öyle, hayatı da. Bir kere son derece iyi işler çıkarıyor, ikincisi, kolektif pratiğe inanıyor.

29 Kasım 2009 Pazar

ORİJİNAL MESAJ SERGİSİ BEYOĞLU’NDA@BIRGUN

Şener Özmen ve Cengiz Tekin birlikte hazırladıkları Türkiye’deki ilk kapsamlı solo sergilerini gerçekleştiriyor.
Şener Özmen ve Cengiz Tekin’in 2006-2009 yılları arasında birlikte ürettikleri ve ilk kez Outlet//İhraç Fazlası Sanat’ta sergilenecek olan ‘Orijinal Mesaj’ serisi, günümüzün toplumsal-siyasal temelde ‘iz bırakan’ meselelerinin üzerine gidilerek oluşturuldu. Birbirine bağlı dört videodan oluşan bu seri, uzun zamandır süregelen Türkiye’deki politik sıkıntılara dair geniş bir perspektif sunarken, sanatçıya özgü bir inançsızlık ve angaje olmama halini de içermektedir. Otobiyografik olduğu kadar toplumsal olanı da kapsayan bu videolarda, ironik hatta çoğu zaman absürd olarak nitelendirilebilecek bazı durumların gündelik yaşamın bir parçası olduğu gösterildi. Bazı denemeler ve efektlerle geçmiş ve geleceğe göndermeleri olan video çalışmalar, ‘iyileşme dönemi’ yapıtları olarak da görülebilir. ‘Umut,’ ‘Manzara,’ ‘Bravo,’ ‘Bir gün bir T ve bir K’ isimli Orijnal Mesaj serisine ait video yapıtları, Outlet’in alt katında izleyiciyle buluşurken, Özmen ve Tekin’in yeni dönem fotoğraf işleri mekanın giriş katında sergilenecek. 1 Aralık’da açılacak olan sergi 9 Ocak’a kadar Salı’dan Cumartesi’ye 10.00-18.30 saatleri arasında Outlet//İhraç Fazlası Sanat’ta görülebilir. Outlet//İhraç Fazlası Sanat Boğazkesen Cad. Kadirler Yokuşu no:69 Tophane’de