
28 Aralık 2010 Salı
17 Aralık 2010 Cuma
14 Aralık 2010 Salı
1 Aralık 2010 Çarşamba
30 Kasım 2010 Salı
THERE IS NOTHING TO LOSE

Kaybedecek Birşey Yok
4 – 10 Aralık 2010
Açılış: 04 Aralık 2010, Cumartesi
Saat: 18.00
Yer: Stærekassen
Yaşadığımız toplumlarda gittikçe daha çok tartışılan bir mesele güvencesizlik. Dünya üzerinde, ekonomik ve toplumsal krizlerin de hızlandırdığı alışılagelmiş toplumsal, kültürel ve sınıfsal aidiyetlerin ve biraraya gelişlerin çözülmesi sürecinde bu kavram yeni olası birliktelikler için temel kaygıyı ele veriyor. Bu kaygı, yanlızca devlet-birey, işçi-işveren ilişkisinde değil öteki ile girilen her türlü ilişkide de geçerli. Bu mefhum hem kişisel olarak bireyin öteki karşısındaki incinebilirliğine gönderme yaparken hem de hakimler ve tabi olanlar arasındaki yeni ilişki biçimini sorunsallaştırır.
“Kaybedecek birşey yok” adlı sergi farklı biçim ve ölçeklerde yaşanan dışlama ve içleme pratikleri üzerinden kendini konumlamaya çalışıyor. Bazen gönüllü olarak tercih edilen bazen de zorunlu olarak maruz kalınan ve boyun eğilen koşulların düzleminden söz açmayı deniyor. Sergide yer alan sanatçılar ve çalışmaları da farklı karşılaşma ve biraradalık biçimlerine değinirken ortaya çıkan sorunları da tespit etmeye çalışıyor.
Burak Delier’in “Üçüncü Şehrin Müzesi” adlı işi İstanbul’un marjinlerinde yaşayan kentin göçmenleri ile yaptığı bir çalışmaya dayanıyor. Sanatçı onlardan geride bıraktıklarını tahayyül etmelerini istiyor ve bunları ürettiği desenler ile yeniden canlandırmaya girişiyor. Çalışma minör bir göç haritası olarak da okunabilir.
Caner Aslan’ın farkı türden biraya gelişleri tahayyül ve tespit eden çalışması hem toplumsal katmanlar arası yatay ilişkileri hem de dikey hiyerarşik yapıları alaycı mı yoksa sorgulayıcı mı olduğundan kesin olarak emin olamadığımız bir dille ele alıyor.
Soren Thilo Funder’in “Friedlos (aka The Bandit Wolf-Man)” adlı çalışması ise bir dışlama ritüelini kaydediyor. Kentin dışında toplanmış bir grubun geleneksel bir ritüeli andıran bu afaroz etme perfomansı, tersyüz ettiği kodlar aracılığı ile modern toplumların içleme ve dışlama pratiklerine gönderme yapıyor.
Küratör: Önder Özengi
Sergi 4 - 10 Aralık 2010 tarihleri arasında Stærekassen’de izlenebilir.
Adres
Løngangstræde 21
Kopenhag - Danimarka
Bu sergi, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı destekleriyle, TÜRSAK Vakfı ve ortakları tarafından düzenlenecek TURKEY: THE MISSING STAR projesinin bir parçası olarak düzenlenmektedir.
| | | |
There Is Nothing To Lose
4 – 10 December 2010
Opening: 04 December 2010, Saturday
Date: 18.00
Place: Stærekassen
The contentious question of precarity is a problem we are urged to discuss in the societies we inhabit. In the course of the global process of the dissolution of customary societal, cultural and class-based relationships, which is also accelerated by economic and communal crisis, this concept refers to a fundamental concern for new possible forms of coexistence. This fear applies not only to the relationships between the state and the individual or between the worker and the employer but to any possible form of relationship to be established with the other. Referring, on a personal level, to the vulnerability of the individual before the other, this very notion manages to problematize new types of relationship between the ruler and the subjects.
"There Is Nothing To Lose" seeks to position itself through practices of inclusion and exclusion of different scales. It endeavors to open a discussion on the level of sometimes
voluntarily chosen and sometimes coercive conditions. Artists and works featured in the exhibition speak of different types of encounters and conventions while trying to locate problems emerging within them.
Burak Delier’s “Museum of the Third City” is based on his work with Istanbul’s immigrants inhabiting the periphery of the city. Delier urges immigrants to visualize what they have left behind and to animate it, aspiring to arrive at a minor map of immigration.
Caner Aslan’s work visualizes and determines new forms of coexistence while focusing on both horizontal and vertical relationships between societal layers, interpreting them with an ambiguous language oscillating between cynicism and questioning.
Soren Thilo Funder’s work titled “Friedlos (aka The Bandit Wolf-Man)” records a ritual of exclusion. This performance of excommunication, resembling a traditional ritual, realized by a group gathered outside the town refers to practices of exclusion and inclusion in contemporary societies via reversed codes.
Curator: Önder Özengi
The exhibition is open from 4 to 10 December, 2010 in Stærekassen.
Address:
Løngangstræde 21
Copenhagen - Denmark
This exhibition is launched as a part of TURKEY; THE MISSING STAR project realized by TURSAK Foundation and its partners with the support of the Ministry of Culture and Tourism of the Republic of Turkey.
29 Kasım 2010 Pazartesi
Uyumsuz tarzların birlikteliği@Radikal


Contemporary İstanbul'u Radikal için gezen Fransız eleştirmen Judith Benhamou: "Bu fuarı gezmelisiniz. Hem dekoratif, hem de cesur ve genç işleri birada görmek pek mümkün olmaz"
JUDITH BENHAMOU-HUET
Bu hafta, ulusal sanat fuarı Contemporary İstanbul için şehre davet edildim. Beşincisi düzenlenen fuarla ilgili bir şeyler söylemem istendiğinde, basında çıkan haberlere hızlıca bir göz attım ve şaşkınlıkla gördüm ki, katılımcıların büyük bölümü yerli galerilerden oluşuyordu. (37 yabancı galeriye karşılık 43 yerli…) Bu durum, kendisini uluslararası bir platformda sunmaya niyetlenen bir organizasyon için her zaman olumsuza işarettir.
Bir süredir ‘Doğu’, çağdaş sanata uyanmak için esnemekte. Bu esneme, doğunun çağdaş sanat dünyasında büyük patlama yapacağının göstergesi diye yorumlanıyor. Dubai, Abu Dhabi, Beyrut fuarları, Doha’da ve yine Abu Dhabi’de açılan konsept müzeler, Kahire, Beyrut ve Cidde’deki galeriler bunun göstergesi. Müzayedelerde rekor fiyata satılan işler genelde 20. ve 21. yüzyıl sanatçılarına ait. Bu sanatçılar gündelik hayata dair işler üretirken sadece batıdan değil, tüm dünyadan ve İslam kültüründen de ilham alırlar.
İstanbul 80’ler Barcelonası gibi
Önceki Türkiye ziyaretlerimde fark ettiğim şey İstanbul’da, gençlerin yarattığı ve 80’ler Barselona’sıyla kıyaslanabilecek capcanlı, özgür ve kendisini çağdaş dünyada temsil etmek için hevesli bir gündelik hayat olduğu. Bununla birlikte, enteresan bir şekilde kent sokaklarındaki başı örtülü genç kadınların sayısı da her geçen gün artıyor.
Beş yıl kadar önce, Sabancı Müzesi’ndeki Picasso sergisini görmüştüm. Bu beş yıl içinde aynı şehirde sanat adına nelerin değiştiğini, çağdaş sanatın nasıl sattığını da gördüm. İşler hızla çoğaldı. Beş yıl önce tanıdığım tek koleksiyoner çift ikisi de mimar olan Sevda ve Can Elgiz’di. Şehirdeki pek çok gökdeleni onlar inşa etti. Elgiz’lerin koleksiyon merakı, Boğaz hattında yaşayan pek çok zengin Türk’e cesaret verdi: Türkiye’nin çağdaş sanat deyince akla gelen ilk ismi olan Burhan Doğançay’a Cindy Sherman’dan Gilbert&Georges’a uzanan bir çağdaş sanatçı topluluğu eklenmiş oldu. 1929 doğumlu Doğançay, kent hayatının kaotik detaylarını yansıtmakta usta bir sanatçıdır ve 1987’de yaptığı bir eseri 2009 yılında 1,5 milyon dolara alıcı bulmuştur. Ben de onunla ilgili görüşlerimi netleştirmek için özel müzesini ziyaret etmiştim.
Graffitiden etkilenmiş, 1965 yılında yaptığı bir eserinde tuvalini bir duvar gibi düşünüp üzerine grafiti desenleri çalışmıştı. Anladığım kadarıyla, sanat konusunda öncü isimler işlerini hep özel müzelerinde sunmak isterler.
Elgiz’lerin hemen yakınlarında ünlü Türk eczacı Abdi İbrahim’in koleksiyonunu görmek mümkün. Girişte Alman sanatçı Thomas Ruff’un, kocaman bir fotoğrafı projeksiyonla duvarda parlıyor. İşlerini Paris’ten bildiğim İnci Eviner’in tarihi bir gravür üzerine oluşturduğu feminen videosu da etkileyici.
Contemporary İstanbul fuarını ziyaret etmek gerek. Temsil ettiği duyguyu hiçbir galeride tek başına bulamazsınız. Neden mi? Çünkü birbiriyle tamamen uyumsuz iki duyguyu bir arada sunuyor. Bir kere burada tamamen dekoratif maksatlı, kitsch ‘ürünler’ olduğu gibi, özellikle genç sanatçıların ve genç galericilerin hakikaten çok ilginç, cesur ve yenilikçi bir alanda ürettikleri işler de var.
Ama sonuçta Contemporary İstanbul iştah açmayan, sadece piyasanın birbirini gördüğü ve kıyasalama yapmasına imkân verdiği bir pazar olmaktan ileri gidemiyor. Belki çağdaş Türk koleksiyoncusu için iyi bir pazar olabilir ama onlardan sonra gelecek kuşak için bunun yeterli olacağını sanmıyorum.
Outlet umudu artırıyor
Contemporary İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli’yle konuştum. O, fuar konusunda çok iyimser ve umutlu. Zaman geçtikçe daha da iyi olacağına inanıyor. Bir sonraki Contemporary İstanbul’u, Bienal zamanı yani eylül ayında yapmayı planlıyor. Ve tabii, yabancı galerilerin katılımının artacağını, bunun da kaliteyi artıracağını düşünüyor. Mesela New York’lu ünlü galeri Lehmann Maupin’in İstanbul’la ilgilendiğini, önümüzdeki senelerde New York’tan daha fazla galerinin İstanbul’a geleceğine inandığını söyledi.
Bu arada Outlet gibi galeriler bu konudaki umudu artırabilir. Şener Özmen’in yükselen bir bayrağın önünde üç erkeği fotoğrafladığı işi mesela, cesaret verici! Yine aynı galeriden Servet Koçyiğit’in gerçek kadın saçından yaptığı süpürge fotoğrafı da ilginç.
Galeri Nev’de İnci Eviner’le birlikte Erdağ Aksel’in işleri görülebilir. Aksel, haçla ayı bir arada kullandığı işleriyle belki biraz ‘kışkırtıcı’ bulunabilir ama ‘İsa’nın belirleyici olduğu batı sosyal kültürüne bir eleştiri çakmak anlamına geliyor.
Halil Altındere’nin galericinin kafasında tablo parçaladığı videosu hem fuarda Galeri Baraz’da hem de Emre Baykal küratörlüğünde Arter’de bugün açılacak sergide izlenebilir. Ben sergilenmeden önce gördüm ve şunu söyleyebilirim ki, nihayet yeni Türk sanatçılarından biri gerçekten ‘piyasa’ya girdi. Ve ben bu yeni Türk sanatçılarını merak ediyor hakikaten takip etmek istiyorum
Bu arada Outlet gibi galeriler bu konudaki umudu artırabilir. Şener Özmen’in yükselen bir bayrağın önünde üç erkeği fotoğrafladığı işi mesela, cesaret verici! Yine aynı galeriden Servet Koçyiğit’in gerçek kadın saçından yaptığı süpürge fotoğrafı da ilginç.
Galeri Nev’de İnci Eviner’le birlikte Erdağ Aksel’in işleri görülebilir. Aksel, haçla ayı bir arada kullandığı işleriyle belki biraz ‘kışkırtıcı’ bulunabilir ama ‘İsa’nın belirleyici olduğu batı sosyal kültürüne bir eleştiri çakmak anlamına geliyor.
Halil Altındere’nin galericinin kafasında tablo parçaladığı videosu hem fuarda Galeri Baraz’da hem de Emre Baykal küratörlüğünde Arter’de bugün açılacak sergide izlenebilir. Ben sergilenmeden önce gördüm ve şunu söyleyebilirim ki, nihayet yeni Türk sanatçılarından biri gerçekten ‘piyasa’ya girdi. Ve ben bu yeni Türk sanatçılarını merak ediyor hakikaten takip etmek istiyorum
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)