30 Nisan 2010 Cuma
28 Nisan 2010 Çarşamba
İnsan Hikayeleri@Sabah(25.04.2010)
OUTLET//İHRAÇ Fazlası Sanat, Tophane'ye yolu düşen sanatseverleri 'iki sergi birden' programıyla karşılıyor. Galerinin ilk katında Tufan Baltalar'ın son dönem çalışmalarının görülebileceği 'Seyir Terası', alt katındaysa Melis Ağazat'ın yeni işlerinin yer aldığı 'Bir Yaz Günü Öğleden Sonra' sergileri yer alıyor. Sergiler hem iki ayrı sergi olarak hem de bir bütün olarak gezilmeye müsait, çünkü her ikisi de sanatçıların farkında olmadan kurdukları ortak bir anlatıma sahip. Her iki sergide de 'elitist olmak yerine sıradan olmaya çalışan' insan hikâyeleri var. Bu arada sanatçılar sergiler hazırlanana kadar galerininin iki katını paylaştıklarını bilmiyorlarmış. Öğrendiklerindeyse itirazları olmamış hatta çok sevinmişler. İlk katta bulunan Tufan Baltalar'a ait kişisel sergi 'Seyir Terası', sanatçının evine tahtadan bir teras inşa etmek istemesiyle ortaya çıkmış. Zamanla akşamları vakit geçirilmek ve birkaç kişiyi ağırlamak istenen bu terasın hayali küçük çizimlerle şekillendirilmiş. Sonra terasın parçaları, yolları, içinde bulunacağı ev ve hatta çevresindeki küçük su birikintileri dahi bu resimlerle oluşturulmuş fakat bir türlü kendisi yapılamamış. Olmayan terasın hikâyesi de böylece bu sergiye dönüşmüş. Sergide seramik, ahşap ve yağlıboya kullanılarak oluşturulmuş objeler ve küçük büyük heykel figürler yer alıyor. Eserler arasında yarısı duvara hapsolmuş sandalye öne çıkıyor. Bu sandalye izleyiciyi galeri mekânından çıkaran ve hayali terasa götüren yola dönüşüyor.
KELİME, VİDEO, KOKU...
Alt kata indiğinizdeyse sizi önce çam kokusuna benzer bir koku karşılıyor. Sonra da seramikten harflerle yazılmış kocaman bir yazı:"Unutamıyorum". Melis Ağazat'ın 'Bir Yaz Günü Öğleden Sonra' adlı bu sergisi video, seramikten yapılmış kelime ve kokudan oluşuyor. Ağazat sergiyi, "Sergi, benim kokuhafıza- bellek ve anı ilişkilerimden doğuyor. Elimle boyadığım porselen bir kelime, video ve kokudan oluşuyor. Geçmiş, ne kadar geçmişte ne kadar şimdide, bunlarla ilgileniyorum," diyerek tanımlıyor. Sergiler biribirini bütünlüyor. Çünkü her ikisi de hatıra, hayal ve sıradan insanın sığındığı duygularla ilgileniyor. Her iki sergi de 15 Mayıs'a dek salıdan cumartesiye 10.00-18.30 saatleri arasında Outlet//İhraç Fazlası Sanat'ta görülebilir. Adres: Boğazkesen Cad. Kadirler Yok. No: 69 Tophane-İstanbul Tel: (0212) 245 55 05
23 Nisan 2010 Cuma
Açıldığı günden beri merak ettiğim birşey var: nasıl oluyor da bir sanat mekanının 1/3’ü merdivenden, kalanı cam ve çelik konstruksiyondan oluşabiliyor. Bina böyle olunca ne iş sergilenebiliyor kolay kolay ne de konser yapılabiliyor. Mimarlar bazen kim için, ne için çalıştıklarını unutup, egolarının peşinden gidiyorlar da kimse bir dur demiyor mu? Binanın işlevi hiç mi önemli değil? Sadece “güzel” bina yapmak mı önemli? Mimarlıkta güzellikten geçilmedi mi? Kaldı ki güzel demeye bin şahitin yetmeyeceği bir mekandan, mekandan değil koridorlardan bahsediliyorsa, güzelin ne ile ilişkisi var? Evet doğru. Ordan bahsediyorum. Asıl amacını kestiremediğimiz, iyi niyetli kötü sonuçlu mekandan. Sokakla iletişim kurmanın yolunu, fasadı yok edip, cam döşemek, sonra yalancı kartonpiyerlerle tarih yaratmakta gören bir algı nasıl olur da Beyoğlu’nun orta yerine yerleşir? Onca emek-para nasıl olur da böyle bir mekan yaratır. Önümüzde tehlikeli bir süreç var besbelli. Sanat keşfedildi, geçmiş olsun. Bir dönüşümün içindeyiz, koleksiyonlar oluşuyor. Bu koleksiyonları gösterecek yeni müzeler, yeni sanat mekanları da açılacak pek tabi. Peki bu mekanların niteliği konusunda kimse mi söz söylemeyecek, kimse mi uyarmayacak? Fısıltı gazetelerinde yayınlananlar, ne zaman kamuya açık bir tartışma için uygun zemin yaratacak? Biri kendini ateşe atıp denendiğinde mi güç kazanacak karşı görüşler? Mimarlar sanatçılarla, küratörlerle, bu işin içinde olup bizzat deneyimleyenlerle konuşmadan iş yapmayı ne zamana kadar sürdürecek? Bu işin en temel problemi olan, sanat mekanı yönetimi/yöneticisi, kurumsal politikaları ne zaman oluşacak? Herşey ne zamana kadar böyle el yordamıyla, toplama sanatçılar, toplama sergilerle devam edecek? Yok mu ortaya bir statement koyacak, dünya algımızı değiştirecek birileri? Ya gördüğümüz şeyleri yeni bir perspektiften sunacak, bilmedikleştirecek biri?
Herkes kendi dünyasında-tek başına olduğunu sanmasa da ortak akılla işleyebilecek, üstelik onlarca kez başkalarınca denenmiş tecrübelerden faydalanmayı gönül indirmek sanmasak çok daha sağlam adımlarla ilerlemiş olmaz mıyız? Bu mekanlar yalnızca onu çizenin, boyasını, harcını yapanın değil, aynı zamanda orda gezenin, işini yerleştirenin, düşünce üretenin, bu unutulmasın. Ancak bina inşası aynı zamanda bir algının da inşası, yansıması. İçindeki sanat yapıtına yaşayacak alan bırakmayan sanat mekanlarının sayısı artmasın da, sanatçı da sanat dünyası da üç maymunu oynamaktan kurtulsun.
20 Nisan 2010 Salı
16 Nisan 2010 Cuma
Fırat'la Lale'nin "Ev Krizleri"
Lale'yle hazırlanıp Outlet'e doğru gitmeden önce, Lale'ye net bir soru sordum: Evle aran ne kadar bozuksa, bir başka ev o kadar çabuk diziliyor, değil mi? Evet anlamında başını salladı ve çıktık. Evin kapısını kilitledik.
Outlet Galeri'nin yenisi, iki sanatçıya evsahipliği yapıyor. Doğru, bu yazının kafiyesi ev olacak. Tufan Baltalar'ın 'Seyir Terası' ve Melis Ağazat'ın 'Bir Yaz Günü Öğleden Sonra'sı, Outlet'i dolduruyordu. Üst kat Tufan'ın, alt kat Melis'in.
Tacim'in evinde fönlediğim saçlarımı aynada kontrol ettikten sonra, Lale'nin merakına uyarak, alt kattan başladık. Melis Ağazat, hafıza ve hafızaya hizmet eden dış etkenlere dair kurduğu çalışmasında, mekansal anlamı baş misafir gibi karşımıza oturtmuştu. İncir kokusu, Melis'in geçmişine ait bir öğleden sonrayı bizim şimdimize taşıyordu. El boyama porselenlerin 'Unutamıyorum' biçiminde kapladığı duvar, neyi hatırlayıp neyi unuttuğumuzu düşündürürken, sertti, çakılabilirdin. Şiir karnımdan konuşuyorum: Melis, lirizm ile çocuksu neşeyi öyle güzel birleştiriyordu ki, ortaya çıkan duygu, orada burada eskimeden, dokunuveriyordu. Yine de, ailemle aramda asılı gerilimlerin doldurduğu evimi, Melis'in evine benzetemiyordum. Tüm eşyalarımı toplayıp üst kata taşındım.
Üst katta karşılaştığım parçalanmışlık, aradığım benzerliği sunacaktı. Benzerlik diyorum, belki o benzerlik dediğimi ben yaratıyorum, ama kimin umrunda: Başını sokacak bir yer olsun da. Tufan, öncelikle bir evi dolduran onca eşyanın temsilini, malzeme bolluğuyla karşılamış. Resimler, seramikler, kağıt objeler. Hayali bir evin hayali eşyaları gibi alanı doldurmak, anlamlandırmak, işlevselleştirmek istiyor ve çok iyi başarıyor. Bu evde her şey yerli yerinde: bir parçanın yerini, ötekisi kapatamıyor; biri, ancak ötekiyle görülebiliyor. Bizim evde böyledir. Kendimi eksiltmekte zorlanmamı anlayabilirsiniz.
Lale'yi evine bıraktım. Uzun bir gün geçirmiştik ve yakın zamandaki planlarımız için dinlenmemiz gerekiyordu. Geri dönüp Yeşim ve Bülent'in 'En İyi Seyirci Ödülü'nü gördüm. Yeşim'lerle ayrılmadan önce, Tufan'ın işlerine uzak bir bakış attım. Tanıdık şeyleri çok uzaktan da çıkarabilirsiniz. Bir atak yapıp beyaz duvara gömülü beyaz sandalyeye oturmak istedim. Neyse ki, bu isteğim yoğunlaşmadan Yeşim'lerle yürümeye başlamıştık. Yeşim'lerin (yani Yeşim ve Bülent'in) evinde de yine 'ev krizleri' konuşulacaktı. Radyo açıktı ve radyoda arka arkaya sevdiğim şarkıların çalması, günün aynı his etrafında dönüp duran ritmine uyuyordu. Bir başka evi daha geride bırakarak, kendi evime döndüm. Aklıma Lale'nin bir dizesi geldi: Odalar büyüdükçe birlikte olunamıyor. Kafiye gereği, odalar yerine, evleri koyun siz.