13 Temmuz 2010 Salı

Minareler Kentin Belleği@Taraf


Outlet//İhraç Fazlası Sanat, 10. İstanbul Bienali’nden tanıdığımız Pakistan kökenli sanatçı Hamra Abbas’ın sergisine ev sahipliği yapmaya devam ediyor. 23 haziranda başlayan serginin en çok konuşulan çalışması ise Şehir Manzaraları... Bildiğimiz İstanbul silüetini minaresiz olarak gösteren çalışma aynı zamanda İsviçre’deki minare yasağına gönderme yapıyor. 17 temmuza kadar devam edecek olan sergi hakkında bol ödüllü sanatçı Hamra Abbas’la konuştuk.

Şehir Manzaraları ile başlamak istiyorum. İstanbul için çok önemli bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Bu projenin çıkış noktası neydi?

Avrupa’da yakın dönemde yaşanan minare tartışması ve özellikle İsviçre’de oy birliğiyle minare yasağının kabul edilmesi oldu. Minareler Batı tahayyülünde uzun zamandır politik İslam’ın sembolü olarak görülmekteler. Müslüman dünyada daha geniş bir sosyo-kültürel ve estetik çerçevenin parçası olan minareler dolambaçlı yolların üzerinde, çevredeki hareketli pazar yerlerinin sessiz tanıkları olarak, yükseklerden dağınık kalabalığın günlük konuşmalarını dinlerler. İstanbul’un minareleri, şehrin her güneş doğuşunda kendini fark ettirmesine izin veren bellek organları olarak düşünülebilir.

İsviçre’de minarelerin yasaklanması İslam mimarisinin ülkeden çıkarılmasının yolu. Bu konuda düşünceleriniz neler?

İsviçre’nin bu davranışı aslında dünyadaki büyük kontrol ve kuşku durumunun küçük bir parçası ve dünyanın geleceğinde nasıl bir etki bırakacağını gerçekten merak ediyorum.

Çalışmalarınız eğlenceli bir üslupla ele alınmış “geleneksel” anlatı ve motifler ile dolu ve şimdi yeni çalışma mekânınız İstanbul. İstanbul çalışmalarınızdaki estetiği etkiliyor mu?

İstanbul’a ilk defa 2007 senesinde 10.İstanbul Bienali için Aşk Dersleri heykellerini yapmak için geldim. Ama İstanbul ve Türkiye ile etkileşimim bu şekilde başlamadı. Bu etkileşimin Lahor’dan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde okumak için Berlin’e taşındığım zaman, 2002 senesinde başlamış olduğunu düşünüyorum. Berlin’de Alman kültürü kadar Türk kültürünü de tanıma şansını yakaladığımı söylememe gerek yok sanırım. Sonunda 2007’de İstanbul’u görebilmek muhteşem ve etkileyici bir deneyimdi. İstanbul’u muhteşem, buradaki insanları çok cana yakın, iyi niyetli ve güler yüzlü buldum. Ve her köşesinden tarih akan bir yerin herkesi etkileyeceği kesin değil mi? Konu sanat olduğu zaman coğrafi sınırları aşan bir küresel estetik kavramına inanmak istesem bile İstanbul’un çalışmalarım üzerinde estetik açıdan izi olduğuna eminim.

Why do fake hands not clap isimli videonuz dalkavukları hatırlattı. Ayrıca Şeriat yasalarını da hatırladım. Örneğin bir şey çalarsanız cezanız parmaklarınızın kesilmesi olabilir. Lütfen bize biraz bu videodan ve mekanik heykelden bahsedebilir misiniz? Üzerinde çalışmaya nasıl başladınız?

Why do fake hands not clap (sahte eller neden alkış tutmaz) cümlesinden yola çıkıyor. Videoda benim ellerimin alçıdan yapılmış bir düzine kopyası var, bir makine tarafından alkışlatılıyorlar.

Ve sonuçta bir beğeni hareketinin aslında ne kadar amacından uzaklaştığını gösteriyor. Basit bir el çırpma ve kırma hareketinin çıkardığı ses ise Outlet’in alt katında deneyimlenmesi gereken tamamıyla farklı bir hikâye anlatıyor.

Daha önce 10.İstanbul Bienali için Türkiye’ye gelmiştiniz. Türk sanatçıların çalışmalarını görme fırsatınız oldu mu? Ve Türk güncel sanatı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türk güncel sanatı ile ilk tanışmam Ayşe Erkmen’in çalışmaları vasıtasıyla oldu. Erkmen’in çalışmalarını tarihsel bellek ile kurdukları derin bağdan ötürü çok beğeniyorum. 2004’te Cetinje Bienali sırasında Halil Altındere, Fikret Atay ve Nevin Aladağ’ın muhteşem çalışmalarını keşfettim. Nüktedan ve yoğun eleştiri içeren sanatsal pratiklerine büyük saygı duyuyorum.

Hiç yorum yok: