3 Ekim 2010 Pazar

Saldirgani anlamak zorunda miyiz?@images dialectiques

Saldırganı anlamak zorunda mıyız?

Şehirde yaşarken her an sosyolog mu olmak gerekir?

Hiç uzun ve ince argümantasyonlara girmeden kısa ve net olarak cümle kurmanın zamanı…

Saldırıya uğrarken saldırganın “neden” saldırdığını düşünmenin çok anlamlı olduğunu sanmıyorum. Sosyoloji eğer sadece “olanı olduğu” gibi anlama ve açıklama gayretinde ise bu çabayı aynı zamanda olanları meşrulaştırmak ve normalleştirmek gayreti olarak anlamak gerekir. Diyalog kurmak karşındakini anlamaya çalışmak aynı zamanda onun kendisini yeniden üretmesine de olanak tanımaktır.

Almanya’da “Tarihçiler Kavgası” olarak bilinen tartışmayı hatırlamakta fayda var: Bu tartışmada Nazi geçmişini sebep-sonuç ilişkisi içerisinde ele almak birçok muhalif entelektüel tarafından reddedilmişti. Muhalifler, bunun Nazi geçmişinin “normalleştirilmesi” anlamına geldiğini savunmuşlardı. Bu geçmiş onların gözünde “normal-olmayan” bir geçmiş olarak kalmalıydı. Bununla diyalog reddedilmeliydi.
Eğer şehirde yaşarken sosyolog olmak gerekliyse – burada lafımız doğrudan “gentrification”, “rant kavgası” gibi kavramları sık sık kullananların argümanlarına, “olan”a olduğu kadar “olması gereken”e de tahayyülde birinci sırayı açmayan bir sosyolojik imgelemi kabul etmek mümkün değildir. Otonomlaşma ve özgürlük perspektifi olmayan bir sosyoloji, varolanı olumlamak dışında bir şeye hizmet edemez. Gerçekten bir sosyolojiden bahsediliyorsa orada olumsuzlamadan söz edilmelidir.

Yolda yürümenin, metroya inip binmenin, apartmanda ortak yaşam sürmenin belirli yazılı olan ve olmayan normları olmak zorundadır. Özellikle şehirleri şehir yapan özellikleri korumanın ve yeniden üretmenin imkânlarını araştırmak yerine şehirlerde “bu katil bebekleri yaratan karanlığı” olumlayarak onu normalleştirmenin hiçbir anlamı yoktur.

“Gentrification” ve “rant kavgası” tabirleri ile “güvencin tedirginliği” ile sokaklarda yürüyen yurttaşların yaşamlarını koruyamazsınız.

“Onları” anlamayı ve bilimsel bir söylemle açıklamayı reddetmek gerekir. “Olanlar” saldırı ve cinayetse diyalog mümkün değildir. “Olması gerekenleri” düşünelim. Normları ele alalım. Olması gerekenlerin nasıl uygulanacağını tartışalım. Ama “katil bebekleri yaratan karanlık”la diyalogun hem mümkün olmadığını fark edelim hem de bu karanlığın yok edilmesi gerektiğini…

Kimse “gentrification” ve “rant kavgası” için yapılmış provakasyonlardan ve manipülasyonlardan söz etmesin. Manipülasyon varsa manipüle-edilebilirlik de vardır. Karanlıklar doğuran manipüle-edilebilirlik alanları şehir kültürü olamaz, dahası olmamalıdır.

Saldırganı çözümlemek değil durdurmak zorundayız. Düzenleyici normlara ve olması gereken fikrine sahip olmak gerekir. Ucuz ve bayağı kenar mahalle edebiyatı ile şehirleşme dinamikleri oluşturulamaz. Güvencin tedirginliği ile yaşamamak yurttaşların hakkıdır. Hem mahallelerin karanlık üreten dinamiklerini hoş görüp hem de güvercin tedirginliği ile yaşayan yurttaşların yanında olunamaz. Bu fiilen imkânsızdır. Bu anlamda diyalog da zaten imkânsızdır. O halde karanlık diyalogcularına kocaman bir HAYIR demek gerekir.

http://imagesdialectiques.blogspot.com/

Hiç yorum yok: