12 Eylül 2009 Cumartesi

Masal Değil Hakikat; 12 Eylül'de Darbe Oldu!

"12 Eylül 1980 askeri darbesiyle yüzleşmeden bir gelecek tahayyül edemeyeceğimizi" söyleyen dört sanatçı; Bengü Karaduman, Köken Ergun, Halil Altındere ve Servet Koçyiğit'in hazırladığı "Darbe" başlıklı sergi 10 Eylül Perşembe akşamı yapılan kokteyle açıldı.

Serginin ev sahipliğini yeni alternatif sanat merkezi olmaya aday Outlet isimli galeri yapıyor.

Darbe oldu-bittiye getiriliyor, ama bitmedi

Geç kanlınmış bir soruyu, "Yüzleşmek için çok mu geç?"i sorarak yola çıkan serginin amacı 29 yıldır Türkiye'deki sanatı, sporu, eğitimi, kültürü, siyaseti... kısaca her şeyi etkilemiş ve etkilemeye de devam eden 12 Eylül askeri darbesini, genelde de tüm darbeleri sanatçı gözüyle bir kere daha tartışabilmek.

İnsanların 12 Eylül'le yüzeysel bir ilişki kurduklarını söyleyen sanatçı Karaduman, "çoğu konuda olduğu gibi sadece darbenin olduğunu biliyoruz. Ama darbenin neden olduğunu, sonrasında neler yaşandığını neredeyse hatırlamıyoruz" diyor.

"Ailesinin neden uzun yıllar Almanya'da yaşadığını, kendisine anlatılanlardan değil de tarih kitaplarından öğrendiğini" belirten Karaduman, "tozlu arşivlerden çıkardığı video ve fotoğrafları gölge karakterlere dönüştürdüğü işinde bir anlamda tarihi bugünden geriye sarıyor.

Bisiklete binen Turgut Özal, işkence yapan polisler, uzun ve boş ve muhtemelen bir karakola ait koridor ve diğerleri... sanatçı farklı açılardan bugüne taşıdığı "anları" hatırlamamız gerektiğini vurguluyor. Unutmamak gerek deyip, altını kara bir kalemle çizerek...

Karaduman, sergiye hazırlık sürecinin kendisi için bir bakıma öğrenme sürecine de dönüştüğünü anlatıyor:

"12 Eylül geçip gitmiş bir şey değil. hala sürüyor. Misal Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK)varlığını sürdürüyor. Bir sürü şey gibi o da devam ediyor işte. Anayasa hala askeri ve darbecileri koruyor. Ama neredeyse hepimiz bu gerçeği unutmuş durumdayız. Unutturulmuş durumda."

Karaduman'a, "12 Eylül'ü bir sanat eserine dönüştürmenin risklerini" soruyoruz. "Sanatın durumu teknik bir şeyden çıkartıp iletişime geçiren bir hale dönüştürdüğünü" anlatıyor.

"Tek farkla" diyor sanatçı, "bunu estetiğe dönüştürürken asıl karanlığı büyüterek görünür kılıyor."

Yaşayanlar hatırlayacaktır, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) devlet yönetimine el koyduğunda "Türkiye'nin Türklerin olduğunu" iddia eden Hürriyet Gazetesi yıldırım bir baskı yapmış ve bunu halka duyurmuştu.

Kapağında darbeci general Kenan Evren'in "sevimli" bir fotosu, yanında da gelişmeye dair ayrıntılar. Ancak Hürriyet'in ilk sayfasındaki ayrıntılar Evren'in illüstrasyonunun yanında devede kulak gibi kalmıştı.

Küçük Evren fotoğrafı büyürse

Serginin katılımcılarından sanatçı Halit Altındere, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin "kült figürü" Hürriyet'in yıldırım baskısını yeniden ama orijinal boyutundan "biraz" büyük bir şekilde yeniden üretmiş.

"Çünkü" diyor, "unutmak istediğimiz, belleğimizin en karanlık tarafının, aslında ne kadar taze durduğunu gösterip, bu yüzleşmeyi tarihe çivilemek istedim."

Gerçekten de sergi salonuna girer girmez gözünüzü alan bu eser de (aslında Hürriyet Gazetesinde) Evren, yaptıklarından gurur duyan bir gülümsemeyle sizi karşılıyor. Düşününce irkiltici olabilen bu an gören için görmekle kalmamak anlamına da geliyor.

Altındere, 12 Eylül'ün mimarı, yeni kuşakların ressam olarak tanıdığı Evren'in resmini yapıyor. Noktasına virgülüne dokunmadan ardı ardına sıralanan yasakların korkunçluğunu çiziyor: "İkinci bir emre kadar sokağa çıkmak yasaklandı, siyasi partiler kapatıldı."

Sanatçı, 29 yıl olmasına rağmen Evren'in ve diğer darbecilerin yargılanmamasına şaşırmamamızı eleştiriyor. "Göz göre göre zaman aşımına uğratılıp yırtacaklar" diye endişeleniyor.

Outlet'teki "Darbe" sergisine gittiğinizde Altındere'nin işine yakından, çok yakından bakmak, Hürriyet'in yıldırım baskısında yer alan cümleleri bir kere daha okumakta fayda var. Zira, sanatçının da dediği gibi, o kapak "Kenan Evren'in ressam değil, eli kanlı bir darbeci olduğunu" sessizce bağırarak kulağınıza fısıldıyor.

Nereden çıktı bu tank?

"Askeriyenin neredeyse görünmez ve güçsüz olduğu bir ülkede, insanlar sokakta dolaşan bir tank gördüklerinde ne yaparlar?"

Serginin katılımcılarından sanatçı Köken Ergun, bu sorunun peşinden Danimarka'ya gitmiş ve bir köyde tank dolaştırmış. Ve bu kurgu yavaş yavaş bir performansa dönüşmüş.

Sokakta tank görmediğinde işkillenen buralıların, dillerinde darbe kelimesinin karşılığı olmayan bir ülkeye gittiğinizde karşınıza çok farklı tepkiler toplumlar arasındaki kültürel farkların enfes bir göstergesi adeta.

Silah altındaki erkeklik

Servet Koçyiğit'in işlerinin odağında farklı ülke askerlerinin güç dengeleri, duruşları ve kendilerini temsil biçimleri var. görür görmez aklıma Lambdaistanbul LGBTT Derneği'nin 2008'de düzenlediği ilk karma sergisinde yer alan Erinç Seymen'e ait payet işlemeli iş geldi.

İki asker birbirlerine romantik, hatta erotik bir biçimde sarılmış, yerdeki silaha bakıyorlar. Seymen silahtan arındırdığı fotoğrafa kuğular ekleyerek hoş bir seda yaratıyordu. Görmek isteyenler http://lambdahafriyatta.blogspot.com/ adresini kullanabilirler.

Koçyiğit'e dönelim.

"Erk dünyasında, üzerine giyindiğin üniforma mı seni güçlü kılar, sana yeni bir rol ve süper güçler verir; yoksa sen o üniformanın esiri misindir?"

Sanatçının kodları görünür kılan yaklaşımı, dokunulmaz olana dokunuyor, yüzeyin altındakileri açığa çıkarıyor. Erkekliğin silah altında aldığı şekilleri görmek, bir anlamda sorularımızı nereden sormamız gerektiğini düşünen bizler için el feneri olabilir.

Masal değil acı hakikat

Bugün 12 Eylül askeri darbesinin 29. yılı. Kadıköy'de ve çeşitli şehirlerde insanlar, "darbeciler yargılansın" demek için sokağa çıkacaklar. 11. İstanbul Bienal'inin başladığı bugünün 12 Eylül'ün yıldönümüne denk gelmesi tesadüf müdür bilemeyiz ama İstanbul'da açılan "Darbe" sergisinde göreceklerinizin hiç birinin tesadüf ya da korku hikayesi değil, hakikatin ta kendisi olacak.(BÇ)

"Darbe" sergisi 10 Eylül'den 17 Ekim'e dek Salı'dan Cumartesi'ye 10.00-18.30 saatleri arasında görülebilir.

Bu kez sanat Darbe'ye vurdu!(Zaman)


Babam ve Oğlum filminin giriş sahnesi pek çoğumuzun zihnindedir. Filmin kahramanı Sadık 12 Eylül darbesinin yapıldığı geceye denk geldiği için, doğurmak üzere olan karısını hastaneye götürecek ne bir kimse ne de araba bulabilir.
Sokak ortasında doğum yapmak zorunda kalan karısı, bir süre sonra oracıkta ölür. Kucağında bebekle aklını yitirmek üzereyken, bir askerî araçtan inen çavuş darbe olduğunu, bunun için ortalıkta kimsenin olmadığını söyler. O gece hem Sadık için hem de ülke için en karanlık gecelerden biridir.

Filmden çıkıp gerçek hayata döndüğümüzde aynı karanlık bizi de içine çekiyor. Bugün 12 Eylül. Bundan tam tamına 29 yıl önce sabah saat 03.58'de ordu yönetime el koydu. Etkisi yıllar yılı sürecek bir döneme girildi. Türkiye tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri olan bu darbeyle 650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 'sakıncalı' damgası yedi. 7 bin kişi idamla yargılandı, bunlardan 517'si hüküm giydi, 50 kişi infaz edildi. 171 kişi işkencede öldü. 299 kişi cezaevinde hayatını kaybetti. 95 kişi çatışmada öldü. 937 film yasaklandı. 3.854 öğretmen, 120 öğretim üyesi, 47 hâkim görevden alındı. 400 gazeteci toplam 4 bin yıl hapis cezasıyla yargılandı. 39 ton gazete ve dergi yakılarak imha edildi.

'EN POLİTİK EYLEM SANAT'

Hazır şimdilerde İstanbul'da eserleri sergilenirken bir de Alman sanatçı Joseph Beuys'a kulak verelim; böylelikle sözün nereye uzayacağı kendini ele verecektir. Beuys'a sorarlar, "Politik eylem için hangi araçlar seçilebilir?" diye. O da şöyle cevap verir. "Ben sanatı seçtim." Son dönemlerde darbe girişimi söylentileriyle, iddianamelerle yatıp kalktık. Edebiyatın 80 darbesine bakışına, yazışına aşinayız. Bu kırılmanın ne menem bir şey olduğu artık gün yüzüne çıkıyor. Hesaplaşmalar oluyor. Peki apolitik sayılan bir kuşağın sanatçıları bu süreci nasıl okudu?

Tophane'de yer alan Outlet Sanat Galerisi, kapılarını 'Darbe/Coup' adlı sergiyle açtı. Sanatçılar Halil Altındere, Bengü Karaduman, Köken Ergun ve Servet Koçyiğit fotoğraf video gibi işlerle 'darbe' kavramını sorguluyor. Bu genç sanatçılar plastik sanatlar adına ülkemizde belki de geç kalınmış bir konuyu, tartışmaya çağırıyor, ülkemizde ve dünyada darbenin karanlık yüzüne davet ediyor. "Hükümet, askerî kuvvetler, yasaklar ve aşırı uçların çatışması görsel kültüre nasıl yansıyor? Sadece Türkiye'de değil, 'darbe yemiş' pek çok ülkede bu kodlar nasıl görünür oluyor?" gibi soruların peşine düşen sanatçılar kendilerine ve herkese "Yüzleşmek için geç mi kaldık?" pankartını açıyor.

BİR SABAH ANSIZIN TANKLAR DOLAŞIR

Sergide Halil Altındere, 12 Eylül 1980'in kült imgesi olan Hürriyet Gazetesi yıldırım baskısındaki "Ordu yönetime el koydu" başlığının noktasına, virgülüne dokunmadan ardı ardına sıralanan yasakları yeniden üretiyor. Tarihimizin kötülük imgesini büyütüyor, bakmaya zorluyor. Unutmak istediğimiz, belleğimizin en karanlık tarafının, aslında ne kadar taze durduğunu gösterip, bu yüzleşmeyi tarihe çiviliyor. Ailesinin neden uzun yıllar Almanya'da yaşadığını, annesinden değil tarih kitaplarından öğrenen sanatçı Bengü Karaduman bir belgeselle o dönemi anlatıyor, eleştiriyor.

Köken Ergun fotoğraf ve video çalışmasıyla "Askeriyenin neredeyse görünmez ve güçsüz olduğu bir ülkede, insanlar sokakta dolaşan bir tank gördüklerinde ne yaparlar?" sorusunun peşinden gidiyor. Danimarka'nın bir köyünde, bir tankı dolaştırıyor. Ve bu kurgusal film, yavaş yavaş bir performansa dönüşüyor. Bir sabah ansızın sokaklarında tankların dolaşmaya başladığı bir ülkeden, dillerinde darbe kelimesinin karşılığı olmayan bir ülkeye gittiğinizde karşınıza farklı tepkiler çıkıyor. Ergun, onların renkli görüntülerini fotoğraflıyor. Servet Koçyiğit fotoğraflarıyla farklı ülke askerlerinin güç dengelerine, duruşlarına, kendilerini temsil biçimlerine odaklanıyor.

Kapalı kapılar, örtük perdeler, tank ve silah sesleri, korkulu yürekler, acılı insanlar... Umulur ki adına darbe dedikleri bu karanlık zamanlar bir daha yaşanmaz. Hep masmavi bir gökyüzü, ışıltılı zamanlar insanlığa eşlik eder. Küratörlüğünü Azra Tüzünoğlu'nun yaptığı ve bir nevi hafıza tazeleme olan sergi, 17 Ekim'e dek salıdan cumartesiye 10.00-18.30 saatleri arasında görülebilir. (0212 245 55 05)

Yıldırım baskının hatırlattıkları (Radikal)

Outlet'te açılan 'Darbe' sergisi, 12 Eylül'ü hatırlatıyor. Darbenin ardından gelen yasaklar, baskı ve etkisi hâlâ süren militarizmin kodları üzerine dört sanatçının işleri bizi 'hesaplaşmaya' çağırıyor.

Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin 29. yıl dönümü. Bunca zaman sonra hâlâ 12 Eylül’le hesaplaşalım mı hesaplaşmayalım mı, yargılayalım mı yargılamayalım mı diye konuşmayı sürdürüyoruz. Şaşırtıcı değil, çünkü geride, ne kadar hesaplaşıldığı belli olmayan daha birkaç darbe var. Hatta sivili, postmoderni filan derken Türkiye’de gündelik siyasetin bir unsuru olmuş çeşit çeşit darbe var.
Bienal münasebetiyle her yerde birbirinden büyük, ilgi çekici, iddialı sergi açılırken ‘genç’ sanatçıların mekanı Outlet’de epey yalın, biraz tenha ama taşı gediğine koyan bir sergi açıldı: ‘Darbe’. Şimdi ondan söz etmenin vaktidir.

‘Evren’i ressam sanıyorlar’
“Otuz yıl sonra hâlâ 12 Eylül’ü tartışıyor olmamız, enteresan. Dünyada bütün cuntacılar yargılandığı halde Türkiye bunu yapamadığı için her 12 Eylül’de belirli siyasal düzlemdeki insanlar bunu gündeme getirir. Kitaplar çıkar, yazılar yazılır, toplantılar yapılır ama paşalar hala rahat, koruma altında yaşar; kanunlar değişmediği için. 12 Eylül yasaları değişene kadar bu mesele güncelliğini koruyacak gibi görünüyor.” Halil Altındere’ye ‘Bu sergi nereden çıktı?’ diye sorunca böyle başladı anlatmaya. Altındere’nin ‘Hürriyet’ adlı işi, bir anlamda 12 Eylül’ün simgelerinden birine dönüşen Hürriyet gazetesinin 12 Eylül tarihli ‘yıldırım baskısı’nın tıpatıp bir resmi. Partilerin, sendikaların, derneklerin, bankaların kapatıldığı, sokağa çıkmanın, spor faaliyetleri yapmanın ve yurtdışına gitmenin bir anda yasak edildiği, cuntanın bildirilerini numaralayıp okuduğu 1980 yılının Türkiyesi... Büyütülerek tuval üzerinde yeniden üretilen gazete sayfası, bize ‘ilk yasakları’ hatırlatıp siyasi tarihimizin ‘kötülük imgesi’yle yüz yüze bırakıyor. Halil Altındere’ye göre bu sayfanın bir başka anlamı daha var. “Yeni jenerasyonun bir kısmı Kenan Evren’i bir ressam olarak biliyor. Tonton, yaşlı bir ressam amca gibi...” İşte tonton amcanın ve arkadaşlarının marifetlerini bilene bilmeyen hatırlatacak bir iş bu.
Azra Tüzoğlu’nun hazırladığı sergide, hepsi de yurtdışında yaşayan, darbe olduğunda kimi dokuz kimi beş yaşında olan üç sanatçının daha işleri var. Köken Ergun’un Danimarka’da küçük bir kasabada birdenbire bir tankı sokakta yürüterek insanların tepkilerini kaydettiği videosu ‘Tanklove’ bunlardan biri. Türkiye’de böyle bir durumda insanların aklına ne gelir belli (gerçi hâlâ düzenli olarak yürüyorlar, bayramdan bayrama...). Gündelik hayatlarında ordunun esamisi okunmayan Danimarkalılar da bu ‘ölüm makinası’nı sokaklarında görmekten pek eğlenmiyor. Herkesin yüzünde şaşkınlık ve korku var. Benim gördüğüm, tankı gülerek cep telefonuna kaydeden tek grup, bir kebabçı dükkanın önünde duran siyah saçlı gençler olmuş! Gerçeğiyle sahtesini ayırt edebilme yeteneğinden olsa gerek...
Hollanda’da yaşayan Servet Koçyiğit ise üniformayla ifadesini bulan iktidar ilişkilerini anlatan fotoğraflar çekmiş. Farklı ülkelerin üniformalarını giyen erkekler bazen dayanışma halinde, bazen çatışma. “Benim işlerim Hollanda’da asker olgusuna çok uzaklar. Orada neredeyse yorumsuz karşılandı. Ama mesela İsrail’de tam tersi, militarim yaşamın bir parçası, hekes asker, her yer silah ve orada böyle bir iş çok daha fazla ilgi görüyor”diye anlatıyor yaptığı çalışmanın macerasını.

Darbe olursa ne yapmalı?
Bengü Karaduman da Halil Altındere gibi 12 Eylül ikonografisini ele almış. 1980 yılının öncesinin ve sonrasını anlatan televizyon görüntülerinden, dergi kapaklarından, fotoğaflardan çok güzel siyah biyaz resimler oluturmuş. Bunların bir kısmını da hareketlendirmiş ve uç uca ekleyip duvara yansıtmış. Tuna Huş, Ağca, Turgut Özal bazen sevimli bir ilüstrasyon gibi ya da karanlık bir siluet halinde duvarlarda asılı duruyor. Videoda tek bir söz ‘mesleğim devrimcilik’ deyip yerine oturan tutuklular, kapıları tekmeleyen askerler bir karanlık çizgi film gibi gözümüzün önünde akıyor. “Türkiye 12 Eylül’le hesaplaşmadı. Bizim iletişimimizde izleri hâlâ sürüyor, birbirimize nasıl davranıyoruz, kurumlar nasıl çalışıyor... Aslında darbe hâlâ sürüyor. Hissedip rahatsız olduğumuz şeyler ama belki farkında değiliz bunların hepsi darbenin etkisi..” diye anlatıyor Bengü Karaduman.
Sergiyle ilgili güzel bir kitapçık hazırlanmış. İçinde Burak Arıkan’ın “Askeri darbe olursa nasıl iletişim kurarız” başlıklı internetin ortadan kaldırılması halinde kurulacak ağ hakkında ilginç bir yazı da var. Sözü, erbabına bırakıp, kitaptaki Ahmet İnsel söyleşisinden bir alıntıyla bitirelim: “12 Eylül kurumları duruyorlar. Toplumsal davranışları engelleme, bastırma kapasitesi yüksek kurumlar. Bir şeyler yaptırma ve yapma ka-pasitelere belki çok fazla yok ama engelleme ka-pasiteleri yüksek. (...) Sorunları çözdürtmüyor, ama kendi istediğini de yaptırtamıyor. Bu nedenle büyük ölçüde yerimizde sayıyoruz.”

2 Eylül 2009 Çarşamba

31 Ağustos 2009 Pazartesi

11th International İstanbul Biennial Opening Events

11th International İstanbul Biennial
September 12-November 8, 2009

WHAT KEEPS MANKIND ALIVE?
Curator: What, How and for Whom/WHW
Opening Events
September 10, 2009, Thursday
15.30-18.00Presentation and panel discussion: "Cultural Agencies"
A project curated by Nikolaus Hirsch, Philipp Misselwitz and
Oda Projesi (Ex-Platform Garanti Building, İstiklal Caddesi 136)
18.30-19.30Book launch: Brian Holmes, Escape the Overcode
Published by Van Abbemuseum, Eindhoven & WHW, Zagreb
(Ex-Platform Garanti Building, İstiklal Caddesi 136)
21.00Performance: Rabih Mroué, "The Inhabitants of Images"
(Emek Movie Theatre, Beyoğlu)
23.00Party (Xlarge İstanbul)

September 11, 2009, Friday
12.00-13.00Lecture: Hasan Nuhanovic, "Under UN Flag"
(Ex-Platform Garanti Building, İstiklal Caddesi 136)
14.00-16.00Presentation and panel discussion: "Refuge"
Curated by Can Altay and Philipp Misselwitz
(Ex-Platform Garanti Building, İstiklal Caddesi 136)
22.00-24.00Opening party (Liman Restaurant)

September 12, 2009, Saturday
13.30-14.30Book launch performance: Lisi Raskin, "Mobile Observation"
(Feriköy Greek School)
16.00-18.00Panel discussion: "Who Needs a World View?"
Developed by Brian Holmes & WHW
(Ex-Platform Garanti Building, İstiklal Caddesi 136)

17 Ağustos 2009 Pazartesi

masa da masaymış ha!


Geçen sanatçı kantinimiz Urban Cafe’ye uğrayınca kendimizi bir anda kalabalık bir açılışın ortasında bulduk. Urban yeterince kalabalık değilmiş gibi, bir de üzerine elinde birası/şarabıyla kokteyl konuşmaları yapan insanlar eklenmişti. Ergun, bir süredir geçici küçük sergiler yapıyor Urban’da ama bunlar öyle kalabalıkların toplandığı açılışlarla filan duyurulmuyor. Daha çok tesadüfen gördüğünüz, belki aaa kim çekmiş bu fotoğrafı dediğiniz belki de sessiz sedasız görünmeden geçen çalışmalar oluyordu.. Bu kez, Masa konuk olmuş Urban’a.
Masa, Urban’a gelince ister istemez, bir yemek masası//içki masası olarak kullanılsın beklentisi doğuyor. Belki meseleye herkes çok düz baktığından, belki tam da beklenen olunca içinden tuhaf şeyler doğabileceğinden bilmiyorum. Ama tüm bu konuşmalar arasında Şener, ben geçen yıl “Masa’da içki içmeyi önermiştim” dedi. Masadakilerin heyecanla karşıladığı bu öneri, fazlasıyla ciddiyetsiz bulunduğu için reddedilmiş. Hatta Önder’le Vahit’in söyleşisinde de “bir şeylerin geyiğini yapma” olarak görülüp, projenin reddedildiği de duyurulmuş:

ÖÖ: Masa 16 sergi yaptı bugüne kadar, gerçekleşen projeler dışında gerçekleşemeyen ve gelen ilginç önerilerden bahsedelim istersen. Şener Özmen’in rakı içelim önerisini hatırlıyorum. Başka nasıl proje önerileri geldi gerçekleşmeyen iptal edilen?

VT: Ciddiyetle gelen her türlü proje gerçekleşti, Masa’ya ben de bir şey koyayım diyip bunun arkasında duran işler sergilendi, yoksa bir şeylerin geyiğini yapma anlamında çok proje üretildi... Tabi burada Masa’nın hareketini gerçekleştirme isteği serginin sanatçısına ait, biz sadece destek olmaya çalışıyoruz, bu yüzden kamusal alana taşma isteklerinde kimi zaman sorunlar yaşanabiliyor.


Dönüp bakınca, “İddiali olmayan -büyük sahnelerde beylik oyunlar göstermeyen”, kenarda işleri desteklemeyi düstur edindiğini söyleyen Masa’nın, Edip Cansever’in Masa şiirini bilmediğini, bilip de Şener’in projesini anlamadığı, anlayıp da “ciddi”ye almadığı, üstelik tam da iddialı olmayan, “sistemle entegrasyon sorunu” olan bu projenin, iddiasız, herhangi büyük sergide yer alamayacak bi öneriyi reddetmiş olması bu ne perhiz bu ne lahana turşusu dedirtiyor insana.. Doğrusu ben Masa’da sergilenenlerden çok reddedilenleri merak ediyorum artık. Tüm o ciddiyetsiz işlerin epeyce enteresan olabileceğine inanıyorum. Önder bir amme hizmeti yapsa da bugüne dek neler reddedilmiş bi söylese..
http://masaprojesi.blogspot.com/

sekvotka yazmis, gonderdi: eksisozluk'te
bonusu-  surda

15 Ağustos 2009 Cumartesi

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Sanat dersleri
Dersimiz Güncel Sanat, 2008 yılında, Azra Tüzünoğlu’nun Mimar Sinan Üniversitesi’nde, sanat sosyolojisi derslerine paralel olarak düzenlediği konuşma dizisinin metinlerinden oluşuyor. Aslen konuşma olarak dile gelmiş bu metinler, güncel sanat alanını oluşturan farklı dinamik ve kişiler arasında, ihtiyaç duyulan bir diyaloğun başladığını ve gelişmekte olduğunu müjdeliyor. Türkiye’de, 1990 sonrası güncel sanat tarihini kayda geçirmek ve yorumlamak için önemli bir kaynak oluşturuyor.
Özellikle ilk iki metin, hakkında çok fazla yazılmayan bir coğrafyaya ve henüz yazılmamış yakın tarihe baktıkları için önemli. ‘Güncel Sanatta Rüya Tabirleri: Rüyada Arazi Görmek’ sunumunda Şener Özmen, rüyada arazi görmeyi hayra yorarken, Diyarbakır’da, kendisinin de parçası olduğu sanat ortamı ile ilgili çok da iyimser olmayan saptamalarda bulunuyor. §ºErden Kosova, ‘Yavaş Kurşun’da, 12 Eylül darbesinden günümüze, sanat üretimini politik süreçlerle ilişkilendirerek, sanat ve siyasal alan arasındaki geçişkenliği ele alıyor. Darbe sonrası sanat üretiminde, “uluslararasılık ölçeğine karşılık gelecek bir ikonografya” aracılığıyla kurulan siyasal bağ, Susurluk sürecinde üreten bir sonraki kuşakta milliyetçilik eleştirisi ve ulusal bütünlüğü fetişleştiren ikonların eleştirel kullanımıyla evriliyor. 2000’li yıllara gelindiğinde, baskı ve kontrolün gündelik yaşamın her alanında kendini göstermesi, göç ve cinsel kimlik, sanatçıların uğraştığı meseleler oluyor.
‘Kurumlar+Kültür Politikaları’, ‘Galericilik+Koleksiyonerlik’ ‘İnsiyatifler’, ‘İstanbul Bienallerinin Türkiye Güncel Sanatındaki Yeri+İşlevi’ de kitapta yer alan metinlerden birkaçı. Neo-liberal ekonominin genişlemesi ve sermayenin sanata olan ilgisi, hemen hemen tüm metinlerde ele alınıyor. Adorno ve Horkeimer’ın Fordist üretim tarzının kültür alanına girişini sorunsallaştıran ‘kültür endüstrisi’ terimi ortak bir referans olarak beliriyor. Bu kavram, Burak Delier’in metninde, “sanatçının özerkliğinin yitirildiği, tam anlamıyla ‘işçileştiği’ karamsar bir vizyonu yansıtırken”; yeni medya ve bilişim teknolojileri ile çalışan sanatçılar için, telif hakkı ve sınırlı üretim gibi sanatın “değişim değeri’ni ön plana çıkaran düzenlemelerin sorgulanabileceği teorik bir zemin oluşturuyor. Sermayenin güncel sanata yönelmesiyle gerçekleşen kurumsallaşma, profesyonelliğin ve kariyerlerin ön plana çıktığı, eleştirel sanatın alanı ve imkânlarının daraldığı bir durum oluşturuyor.
İz Öztat

DERSİMİZ GÜNCEL SANAT
Derleyen: Azra Tüzünoğlu,
Outlet,
2009,
144 sayfa.