23 Ağustos 2010 Pazartesi

Fikirler Suça Dönüşünce@DEPO


Küratörlüğünü Halil Altındere'nin yaptığı, yılın en kapsamlı güncel sanat sergisi, ifade özgürlüğünün sınırlarını araştıran, farklı kuşaklardan 48 Türkiyeli sanatçıyı yan yana getiriyor.

Halil Altındere, hazırladığı beşinci sergide, yine (sanat) tarihsel referansı olan bir başlık seçiyor: 1969 yılında, bağımsız küratörlüğün öncülerinden Harald Szeeman'ın "Tavırlar Biçime Dönüşünce" sergisinin başlığından esinlenerek, "Fikirler Suça Dönüşünce" sloganı altında, farklı kuşak, tutum ve dillerden gelen genç güncel sanat enerjisini ortaya çıkarıyor.

Altındere, sanatçılar tarafından üretilmiş politik tutumları ilişkilendirerek; içinde varolduğu topluma muhalefet eden, sataşan bir duruş sergiliyor. Siyasi ortamın belleğini tutan, militarizm, iktidar, hiyerarşi, milliyetçilik, sınır ve toplumsal cinsiyet politikalarının eleştirisine yoğunlaşan işler serginin bir aksını oluşturuyor. Bir yandan da içe bakan; güncel sanatın hangi simgesel ekonomiler ve iktidar biçimleri içinde etkinleştiğini kurcalayan öz-eleştiri görünür oluyor.

Önceki Halil Altındere sergilerinde olduğu gibi, kültür alanında gerçekleşen mücadele örgütlenerek kollektif ruh güçlendiriliyor. İstanbul, İzmir, Diyarbakır, Mardin, Berlin, Frankfurt, Amsterdam ve New York'ta yaşayan, farklı kuşaklardan Türkiyeli genç sanatçıları yan yana getiren sergi, ortak eğilimleri olduğu kadar, farklı sanatsal ve politik duruşları da birbiriyle diyalog içine sokuyor. Altan Gürman, Gülsün Karamustafa ve Hüseyin Alptekin'in işlerini, 1990 ve 2000 sonrası güncel sanat pratiğine başlamış sanatçılarla birlikte sergileyerek, kuşaklararası ilişkiler kuruyor. Bir sanatçı-küratörün elinden çıkan sergide, birçok yeni işin üretimi destekleniyor ve varolan işlerin mekana ve bağlama özel yorumlanabileceği deneysel alanlar açılıyor.

Sergide yer alan sanatçılar:

.-_-. , Gülçin Aksoy, Nevin Aladağ, Hüseyin Alptekin, Anti-pop, Burak Arıkan, Caner Aslan, Volkan Aslan, Atılkunst, Vahap Avşar, Tufan Baltalar, Ramazan Bayrakoğlu, Bashir Borlakov, Canan, Aslı Çavuşoğlu, Burak Delier, Mehmet Dere, Ersan Deveci, Nazım Hikmet Dikbaş, Elçin Ekinci, Gökçe Erhan, İnci Furni, Murat Gök, Deniz Gül, Özlem Günyol & Mustafa Kunt, Nilbar Güreş, Altan Gürman, Hakan Gürsoytrak, Hazavuzu, iç mihrak, Gözde İlkin, Berat Işık, Gülsün Karamustafa, Ali Kazma, Levent Kunt, Can Kurucu, Ali Miharbi, Ahmet Öğüt, Suat Öğüt, Serkan Özkaya, Şener Özmen, İz Öztat, Nejat Satı, Erinç Seymen, Cengiz Tekin, İrem Tok, Nasan Tur, Nalan Yırtmaç.

Documenta, Manifesta, Sao Paolo, Guanju, Setinye ve İstanbul bienallerine sanatçı olarak katılan Halil Altındere, bugüne dek ‘Kötüyüm ve Gurur Duyuyorum' (2002), ‘Seni Öldüreceğim İçin Çok Üzgünüm' (2003), ‘Serbest Vuruş' (2005), ‘Gerçekçi Ol, İmkansızı Talep Et!' (2007) sergilerinin küratörlüğünü yapmıştır.

"Fikirler Suça Dönüşünce" sergisi, Canan Pak, Tansa Mermerci, Leyla & Arif Suyabatmaz, DEPO, Anadolu Kültür, Emi Tour ve Point Otel'in değerli destekleriyle gerçekleştirilmiştir.

---------------------------------------------

When Ideas Become Crime

Curated by Halil Altındere, the most comprehensive contemporary art exhibition of the year, brings together 48 artists of different generations from Turkey, who explore the threshold between freedom of expression and crime.

Halil Altındere chooses an (art) historical reference once again for the title of his fifth curatorial undertaking: inspired by Herald Szeeman's exhibition "When Attitudes Become Form", he brings together 48 artists with the slogan "When Ideas Become Crime".

Altındere displays a position of opposition and provocation by presenting political attitudes put forth by artists. One axis of the exhibition is articulated by works, which reflect on militarism, power, hierarchy, nationalism, collective memory, border and gender politics. There is also a more introspective approach, which self-critically reflects on the symbolic economy and power structures among which contemporary art is flourishing.

As it has been with previous Halil Altındere exhibitions, struggles in the cultural field are being organized to empower the collective spirit. The exhibition brings together artists from different generations and multiple geographical locations; İstanbul, İzmir, Diyarbakır, Mardin, Berlin, Frankfurt, Amsterdam and New York. This constellation allows for recognizing similar tendencies as well as starting a dialogue between different artistic and political positions. By bringing together works by Altan Gürman, Gülsün Karamustafa and Hüseyin Alptekin with generations who started their practice in 1990s and 2000s, relationships between generations are constructed. Being the work of an artist-curator, the exhibition supports the production of many new works, as well as opening up an experimental space for context-specific reinterpretation of existing works.

Artists in the exhibition are:

.-_-. , Gülçin Aksoy, Nevin Aladağ, Hüseyin Alptekin, Anti-pop, Burak Arıkan, Caner Aslan, Volkan Aslan, Atılkunst, Vahap Avşar, Tufan Baltalar, Ramazan Bayrakoğlu, Bashir Borlakov, Canan, Aslı Çavuşoğlu, Burak Delier, Mehmet Dere, Ersan Deveci, Nazım Hikmet Dikbaş, Elçin Ekinci, Gökçe Erhan, İnci Furni, Murat Gök, Deniz Gül, Özlem Günyol & Mustafa Kunt, Nilbar Güreş, Altan Gürman, Hakan Gürsoytrak, Hazavuzu, iç mihrak, Gözde İlkin, Berat Işık, Gülsün Karamustafa, Ali Kazma, Levent Kunt, Can Kurucu, Ali Miharbi, Ahmet Öğüt, Suat Öğüt, Serkan Özkaya, Şener Özmen, İz Öztat, Nejat Satı, Erinç Seymen, Cengiz Tekin, İrem Tok, Nasan Tur, Nalan Yırtmaç.

Halil Altındere, who also participated in Documenta, Manifesta, Sao Paolo, Guanju, Setinye and İstanbul Biennials as an artist, has curated ‘I am Bad and I am Proud' (2002), ‘I am Too Sad to Kill You' (2003), ‘Free Kick' (2005), ‘Be A Realist, Demand the Impossible' (2007).

"When Ideas Become Crime" exhibition is made possible by the kind support of Canan Pak, Tansa Mermerci, Leyla & Arif Suyabatmaz, DEPO, Anadolu Kültür, Emi Tour and Point Hotel.

Bengü Karaduman@Sueddeutsche Zeitung

20 Temmuz 2010 Salı

13 Temmuz 2010 Salı

Minareler Kentin Belleği@Taraf


Outlet//İhraç Fazlası Sanat, 10. İstanbul Bienali’nden tanıdığımız Pakistan kökenli sanatçı Hamra Abbas’ın sergisine ev sahipliği yapmaya devam ediyor. 23 haziranda başlayan serginin en çok konuşulan çalışması ise Şehir Manzaraları... Bildiğimiz İstanbul silüetini minaresiz olarak gösteren çalışma aynı zamanda İsviçre’deki minare yasağına gönderme yapıyor. 17 temmuza kadar devam edecek olan sergi hakkında bol ödüllü sanatçı Hamra Abbas’la konuştuk.

Şehir Manzaraları ile başlamak istiyorum. İstanbul için çok önemli bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Bu projenin çıkış noktası neydi?

Avrupa’da yakın dönemde yaşanan minare tartışması ve özellikle İsviçre’de oy birliğiyle minare yasağının kabul edilmesi oldu. Minareler Batı tahayyülünde uzun zamandır politik İslam’ın sembolü olarak görülmekteler. Müslüman dünyada daha geniş bir sosyo-kültürel ve estetik çerçevenin parçası olan minareler dolambaçlı yolların üzerinde, çevredeki hareketli pazar yerlerinin sessiz tanıkları olarak, yükseklerden dağınık kalabalığın günlük konuşmalarını dinlerler. İstanbul’un minareleri, şehrin her güneş doğuşunda kendini fark ettirmesine izin veren bellek organları olarak düşünülebilir.

İsviçre’de minarelerin yasaklanması İslam mimarisinin ülkeden çıkarılmasının yolu. Bu konuda düşünceleriniz neler?

İsviçre’nin bu davranışı aslında dünyadaki büyük kontrol ve kuşku durumunun küçük bir parçası ve dünyanın geleceğinde nasıl bir etki bırakacağını gerçekten merak ediyorum.

Çalışmalarınız eğlenceli bir üslupla ele alınmış “geleneksel” anlatı ve motifler ile dolu ve şimdi yeni çalışma mekânınız İstanbul. İstanbul çalışmalarınızdaki estetiği etkiliyor mu?

İstanbul’a ilk defa 2007 senesinde 10.İstanbul Bienali için Aşk Dersleri heykellerini yapmak için geldim. Ama İstanbul ve Türkiye ile etkileşimim bu şekilde başlamadı. Bu etkileşimin Lahor’dan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde okumak için Berlin’e taşındığım zaman, 2002 senesinde başlamış olduğunu düşünüyorum. Berlin’de Alman kültürü kadar Türk kültürünü de tanıma şansını yakaladığımı söylememe gerek yok sanırım. Sonunda 2007’de İstanbul’u görebilmek muhteşem ve etkileyici bir deneyimdi. İstanbul’u muhteşem, buradaki insanları çok cana yakın, iyi niyetli ve güler yüzlü buldum. Ve her köşesinden tarih akan bir yerin herkesi etkileyeceği kesin değil mi? Konu sanat olduğu zaman coğrafi sınırları aşan bir küresel estetik kavramına inanmak istesem bile İstanbul’un çalışmalarım üzerinde estetik açıdan izi olduğuna eminim.

Why do fake hands not clap isimli videonuz dalkavukları hatırlattı. Ayrıca Şeriat yasalarını da hatırladım. Örneğin bir şey çalarsanız cezanız parmaklarınızın kesilmesi olabilir. Lütfen bize biraz bu videodan ve mekanik heykelden bahsedebilir misiniz? Üzerinde çalışmaya nasıl başladınız?

Why do fake hands not clap (sahte eller neden alkış tutmaz) cümlesinden yola çıkıyor. Videoda benim ellerimin alçıdan yapılmış bir düzine kopyası var, bir makine tarafından alkışlatılıyorlar.

Ve sonuçta bir beğeni hareketinin aslında ne kadar amacından uzaklaştığını gösteriyor. Basit bir el çırpma ve kırma hareketinin çıkardığı ses ise Outlet’in alt katında deneyimlenmesi gereken tamamıyla farklı bir hikâye anlatıyor.

Daha önce 10.İstanbul Bienali için Türkiye’ye gelmiştiniz. Türk sanatçıların çalışmalarını görme fırsatınız oldu mu? Ve Türk güncel sanatı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türk güncel sanatı ile ilk tanışmam Ayşe Erkmen’in çalışmaları vasıtasıyla oldu. Erkmen’in çalışmalarını tarihsel bellek ile kurdukları derin bağdan ötürü çok beğeniyorum. 2004’te Cetinje Bienali sırasında Halil Altındere, Fikret Atay ve Nevin Aladağ’ın muhteşem çalışmalarını keşfettim. Nüktedan ve yoğun eleştiri içeren sanatsal pratiklerine büyük saygı duyuyorum.

Minaresiz İstanbul'u tanıyabilir misiniz?@Radikal

Cityscapes İstanbul' başlıklı sergisiyle Outlet Galeri'ye konuk olan Pakistanlı sanatçı Hamra Abbas, bir kenti o kent yapan özelliklerin yok olmasının bellekte nasıl gedikler açabileceği fikriyle İstanbul siluetleri çekip çekip içlerinden minareleri silmiş

ELİF TÜRKÖLMEZ (Arşivi)




Hamra Abbas, 10. İstanbul Bienali’ne rengârenk Kama Sutra heykelleriyle katılmıştı.

İSTANBUL - Paul Auster’in nefis öyküsü ‘Auggy Wren’in Noel Hikâyesi’nde Auggi her sabah, tezgahtarlık yaptığı tütün dükkânının bulunduğu köşeden aynı açıyla caddeyi fotoğraflar. Ama ortaya birbirinin aynı kareler değil, müthiş bir çeşitlilik içeren bir tür bellek, bir Brooklyn güncesi çıkar. Fotoğraflardan birine yakın zamanda kaybettiği bir arkadaşının mutlulukla gülümseyen yüzü takılmıştır, diğerinde civarda olmuş bir trafik kazası, yağmurdan kaçışan insanlar, köpekler, çöp kamyonları, sarhoşlar ya da gazete okuyan beyefendiler vardır. Ama karşı köşedeki taş bina yine aynı taş binadır. Bir taş binanın üzerinden yağmurlar geçtikten sonra nasılsa işte öyle.
Pakistanlı sanatçı Hamra Abbas’ın ‘Cityscapes İstanbul’ adlı sergisi aklıma Auggy’nin fotoğraflarını getirdi. İstanbul’da bir meydanın, Bağdat’ta bir sokağın, Varşova’da bir oturma odasının değişmeyişi ne güzel! Ya da Abbas’ın gözünden bakarsak, ‘İstanbul’un yıllardır yerinde duran minareleri ne güzel!’
1976 Kuveyt doğumlu Abbas’a böyle bir proje hazırlama ilhamını İsviçre’deki minare yasağı vermiş. Bir kenti o kent yapan özelliklerin yok olmasının hem kişisel hem kolektif bellekte nasıl gedikler açabileceği fikriyle İstanbul siluetleri çekip çekip içlerinden minareleri silmiş. Minaresiz bir İstanbul’un eski İstanbul olmadığını en çok yakın çevresinde yaptığı denemelerle anlamış. Fotoğrafları gösterdiği arkadaşlarından çoğu, hangi şehir olduğunu bilememiş, Abbas’ın ‘İstanbul’ cevabına ‘Hadi canım’ diyenlerin sayısı bir hayli fazla olmuş.
10. İstanbul Bienali’ndeki renkli Kama Sutra heykelleriyle dikkat çeken Hamra Abbas, İstanbul’u çok seviyor. Kendi ülkesinde İslam geleneğinin mimariyle kurduğu ilişkinin zayıflığını İstanbul’a her gelişinde bir kez daha anlıyor. İstanbul’un geleneğe sahip çıkmış bir kent olduğunu düşünüyor, beni biraz şaşırtıyor. Ben İstanbul’un aslında gelenekten korktuğunu ve camilerin bari yerinde durmasının gayet normal olduğunu düşünürken o kendi ülkesinin bunu bile yapamadığını anlatıyor.
Sanatçının ilgi çeken bir başka çalışması da Pakistanlı nörobilimci Aafia Siddiqui’nin minyatür tekniğiyle yapılmış fotoğrafı. Amerikan hükümeti tarafından El Kaide’nin çekirdek kadrosunda olmakla suçlanan Siddiqui, doktora derecesini dünyanın en iyi üniversitelerinden biri olan MIT’den almış. Abbas’ın çektiği fotoğrafta başında kepi, elinde çiçeklerle gülümseyen Siddiqui, Pakistan’da 9 Eylül sonrası Amerika’nın Müslümanlara uyguladığı zulmün mağduru olarak görülüyor. Başından geçenleri dinlerken, Siddiqui’nin gülümseyen yüzüne bakabilmeyi başarmak zorlaşıyor.
Abbas’ın bir de videosu var bu sergide, ‘Why do fake hands not clap’ isimli videoda sanatçının kendi ellerinin birebir kopyası olan seramik eller bir şeyleri alkışlamaya çalışıyor. Almanya’da bir ‘alkış tutma makinesi’ ürettiren Abbas, seramik elleri bu makineye takıyor ve ellerin her alkışlamaya çalışmasında paramparça oluşlarını kameraya alıyor. Ellerin birbirine her vuruşu bir patlama, bir toz, bir küçük kıyamet. Şakşakçılara ‘elleriniz kırılsın’ diyen bir bedduanın tutuşu gibi... Abbas’ın işlerini 17 Temmuz’a kadar Outlet’te görebilirsiniz.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

8 Temmuz 2010 Perşembe

Tomorrow// Hamra Abbas@TRT TURK

NECLA RUZGAR@KUNSTZEITUNG

a room of one's own@artasiapasific mag



Istanbul
“A Room of One’s Own”
Outlet / Independent Art Space
By Irina Makarova


“A Room of One’s Own,” an all-female exhibition of five young Turkish artists and an artists’ collective, was inspired by Virginia Woolf’s 1929 argument that “a woman must have money and a room of her own if she is to write fiction.” The proto-feminist author’s view stemmed from the belief that women had been prevented from creating works of the same relevance as Shakespeare due impotence brought about by oppression and perceived ineptness. At their best, the participating artists—?rem Tok, Necla Rüzgar, Gökçe Erhan, Gülcan ?enyuval?, Ba?ak Özkutlu and the At?lKunst artist group—approached the age-old dispute with stirring, palpable vigor.

The works of Tok, Rüzgar and At?lKunst delivered the clearest messages. Tok’s minuscule installations are self-enclosed spaces, scenes from a world in which she is the omnipotent force, dictating the direction and force of her delicately arranged plastic, inch-high characters. Tok carves topographical landscapes into voluminous books such as dictionaries and encyclopedias, undoing the old texts by creating a three-dimensional narrative from their forms. The scenes are meticulously staged mixed-media environments, macabre moments frozen in time that one is only able to approach as a voyeur. In Neresi? (“Where?” 2009), a little girl floats face down on the reflective surface of a pond while a group of men and women look on from the shore, their expressions impossible to detect at such small scale. One man swims towards the girl—it is not clear whether he will ever reach her. The rest of the group’s static poses and immobility perpetuates anxiety and self-reflection, circumscribing the scene with an aura of neglect and the coldness of relationships.

In Rüzgar’s watercolor Benden Ötesi (“Beyond Me,” 2009) we see a dog prostrated over a woman, their poses echoing each other. A man with an unpleasant gut flopping over the sides of his trousers, whose head is cropped out by the edge of the paper, sits nearby with his arms folded. With the figures’ carefully obscured faces, the viewer is prevented from reading their emotions. Even the dog has its eyes closed, eliminating any chance of a direct emotional connection. It is a deeply ambiguous arrangement, with uneasy echoes of sexual violence, bestiality and hierarchical roles. It could be a scene of extreme foreplay, or the aftermath of a humiliation.

At?lKunst, a three-woman group comprising Gülçin Aksoy, Gözde ?lkin and Yasemin Nur Toksoy, tackle social and political issues through a weekly e-mail chain letter of ç?kartma (translatable as both “sticker” and “military force”), which is meant to be forwarded. The ç?kartma is composed of mass-media images accompanied with a juxtaposed slogan-like caption, effective as a sort of inverse propaganda, mocking the idea of propagation through the act itself. One such image, printed out and hanging on display alongside all 52 of the ç?kartma from 2009, depicts a crowd of toy cars and animals all facing the same direction, with a slogan reading “organized sincerity.” The message is a blunt criticism of the public’s toy-like malleability, their ability to be easily manipulated and directed. Such works are proudly direct, simplistic even, but the way that they are distributed, online and with an infinitely ambitious horizon for the distance they might cover, puts faith in the growing current notion that digital circulation may be a form of grassroots power.

These pieces succeed because they express a desire to control and harness one’s environment—mastering one’s surroundings and independently expanding into the world from such a foundation is at the core of Woolf’s argument. It is about power, properly used, and Tok, Rüzgar and At?lKunst embody both urgency and self-awareness in the work they produced for this exhibition. The remainder of the contributions—from Gülcan ?enyuval?’s delicate embroideries of picture-perfect airbrushed women to Gökçe Erhan’s messy collages of ephemeral streams of contemporary printed information such as everyday bills and Google search results—lack the desire to stake out a space in their world before branching out. Theirs is a passive continuation of ongoing gender stereotypes and accepted feminine techniques, and this lesser work dampened an otherwise forceful treatise on what youthful feminism might look like today.