15 Aralık 2008 Pazartesi

Cumhuriyet (15.12.2008) // Acil Çıkış


Elif Bereketli ile yaptığımız röportajın tamamı:

. Acil Çıkış sergisinin ele aldığı 'muhafazakarlık' ve 'eviçi durumlar' tam olarak nedir? -muhafazakarlık kimliğinden bağımsız olarak her toplumun yüzde yüz barındırdığı- o 'bıçak sırtındaki toplumsal roller' daha çok göze çarpıyor aslında sergide...


Sergi muhafazakarlık üzerine kurulmuyor ama ister istemez muhafazakarlıkla bir hesaplaşma var. Ev'in, kadının yeri olarak görülen evin, toplumun temeli ve kadının koruması gereken bir kutsal değer olarak ailenin söz konusu olduğu yerde, muhafazakârlık konusunda da bir çift laf edilebilir gibi geliyor bana. Sonuçta bu kavramlar gökten inmiyor; çeşitli alanlarda sınanıyor, yaşanıyor ve isimlendiriliyor. Bu anlamda "ev" bir mücadele alanı olarak, muhafazakarlığın da üretildiği ya da ona karşı hareketlerin temellendiği bir alan.


Bence pek çok şeyin birbiriyle ilintisi var. Dolayısıyla muhafazakarlık o bahsettiğim "bıçak sırtı rollerden" çok çok ayrı bir şey olarak görünmüyor bana. Toplumların sistemlerinin-biçimlerinin devamlılığının sağlanması, bu türden rolleri kabul etmek, üzerine giyinmek ve sürdürmekle de alakalı. Üstelik bu öyle salt ideolojik bir şey de değil. İdeolojilere de eklemlenebilen bir tavır, düşünce sistematiği, belki de birtakım alışkanlıklar bütünü.


. Serginin basın bülteninde "Sanatçılar, muhafazakarlığı yeniden üretmek yerine, bu toplumsal yargıları yok saymayı tercih ediyorlar" demissiniz. Bunu biraz açabilir misiniz?


Sanatla muhafazakarlık örtüşmeyen kavramlar. Sanat; toplumsal yargıları korumaktansa yeni şeyler söylemeye cesaret edebildiği için değerlidir. Yanlış yapmaktan korkmadığı, başka türlü bakmaya muktedir olduğu için.. Bu açıdan takip edilmesi gerekenler, toplumsal ya da sanatsal muhafazakarlığı üretenler değil; tabu yıkıcılar, yenilikten korkmayanlar, başka bir dünyanın mümkün olduğuna inananlar gibi geliyor. Bu sergideki sanatçılar da, denemeyi seviyorlar.


. Hem politik, hem toplumsal göndermeler var sergide... Sanatçılar kavramsal çerçeveyi ele alırlarken feminizmden, skolastik düşünceden ya da doğalcı bir betimleme anlayışından ne denli feyz alıyorlar?


Sanatçıların verilen bir kavramsal çerçeveyi ele almalarından ziyade, zaten ele aldıkları çeşitli konular arasında bir kümeleşmeyi fark etmek, çekip çıkartmak ve bu üretimler arasında paslaşmaların mümkün olduğunu sezmekle ilgili bu serginin kurulumu.. Yani şunu demek istiyorum; sanatçılara bir kavramsal çerçeve sunup, onlardan iş üretmelerini istemedik.. Onların zaten ilgilendikleri, çalıştıkları konular arasında bir bağlantı kurmaktı sergide yaptığımız. Tabi bu çalışmalar, aynı zamanda bir politik durumu işaret ediyorlar. Ve evet serginin feminist bir yaklaşımı olduğu söylenebilir. Ancak bu feminist duruş/durum; 60'ların, 80'lerin feminizminden farklı.. Birazcık daha anlamaya, ve biraz daha kendini dinlemeye yönelik. Kadınlığı da, ev-içi durumları da öyle homojen bir şey olarak ele almıyor. Yani her evde aynı değil sorunlar. Elbette ortaklıklar var ama ortada sınıfsal, dinsel, etnik, statü farklılıkları da var. Kadın sorunu aslında kadınsal bir sorun değil. Toplumsal bir sorun. Bu anlamda daha parçalı, daha katmanlı bir kurgudan bahsediyoruz.


Sergiye dönersek; örneğin; Nevin Aladağ'ın sergide yer alan çalışması; "Raise the Roof" türkçeleştirildiğinde anlam kayıpları olduğu için İngilizce söylüyorum; 4 kadının performansını gösteren bir video, o performanstan t-shirt, kağıt işleri ve bir yer malzemesinden yapılmış tuvali kapsıyor. Aladağ; 4 kadından en sevdikleri dans müziklerini seçmelerini ve üzerlerinde seçtikleri müziklerin isimlerinin yazdığı tshirtleri giymelerini istiyor. Her kadın, kulaklarında seçtikleri müziklerle, Nevin'in hazırladığı platformların üzerinde, topuklu ayakkabılarıyla dans etmeye başlıyorlar. Şehre yukarıdan bakan bir çatı burası ve dışarıdan bakanlar için kocaman bir sessizlik içinde birbirleriyle uyumsuzca dans eden kadınlar bunlar. Hareketleri, bu izleyici için, anlamsız ve biraz da abartılı görünebilir. Oysa sessiz bir meydan okuma var. Bizim duymadığımız ritimleri, kendi dansına oradan da resme dönüştüren bir devinim söz konusu. Nevin; bu çalışmasıyla, hem dansla kurduğu bağlantıyı farklılaştırarak sürdürüyor, hem de kadın olmaya ait derinlemesine bir analize giriyor.


. Basın bülteninizde; "İstanbul güncel sanat ortamına yeni bir soluk kazandırmayı, varolan yapıyı dönüştürmeyi ve girişimleriyle hissedilir bir boşluğu doldurmayı hedefleyen Outlet, rutin sanat ortamına hareketlilik getirmeyi amaçlıyor ve bir acil çıkış kapısı aralıyor!" diyorsunuz.

Bu sergiyle doldurduğunuz boşluk tam olarak ne, 'ne'yden çıkış kapısı arıyorsunuz ya da sergiyi varolan yapıyı dönüştürmek anlamında ne kadar efektif ve fonksiyonel buluyorsunuz?

Var olan yapıyı dönüştürmek derken bu sunum anlamında mı, üretim anlamında mı ya da bugüne kadar yapılanlar hep yanlış mıydı ki sanat dönüştürülmeye gereksinimi olan bir dizge haline geldi?


Sanat fonksiyonel bir şey değildir. Bildiğimiz anlamda da bir işe yaramaz. Sanatın fonksiyonel hale gelmesi onu bir zanaata dönüştürebileceği gibi, kolaylıkla bir propaganda malzemesine de çevirebilir. Reklam mesela işe yarar, fonksiyoneldir, bir ürünü satmanızı sağlar, sanatın ise böyle bir işlevi yoktur. Bu sergiyle dünyayı değiştirmeyeceğimizin farkındayız. Çıkış kapısı araladığımız yer ise evlerimizin içi. Rollerimizin içi. Sanat dünyamızın içi.. Biz aslında etrafta böyle sergiler görmediğimiz için sergi yapıyoruz. İyi ya da kötü, beğenilir ya da beğenilmez belki ama görmezden gelinmesi zor işler yapıyoruz. Bu sergilerin yapıyı ne kadar dönüştürdüğünü ise zaman gösterir.


Bir şeyi dönüştürmek için onun yanlış olması gerekmez. Söyleyecek sözünüz varsa ve bu sözler dün söylenenlerden farklıysa ya da siz bunları söylemenin başka yollarını biliyorsanız, söylemelisinizdir. Sanatın tabi ki her zaman dönüşüme ihtiyacı vardır. Zira zaman akar, insanlar değişir, yaşayış, algılayış, ekonomiler, paradigmalar değişir, her şey değişirken sanatın aynı kalması düşünülebilir mi?



. Outlet'in sanatı, kitlelerle buluşturma girişimi olduğunu, bir nefes alma alanı yaratmayı ve yenilikçi, risk alabilen projeler gerçekleştirmeyi hedeflediğini söylüyorsunuz. Bunu ilk serginiz de düşünüldüğünde ne denli başarabildiniz? Örneğin sergiyi gezenlerde o genel 'sanat izleyicisi profili' mevcut değil miydi?


Böyle iddialı sözler öyle bir sergide kanıtlanmaz. Tabi ki zamana ihtiyacımız var. Ancak birkaç yıl sonra, umarım ayakta kalırız ve bunu ne denli başardığımızı/başaramadığımızı konuşuruz. İlk sergimizi gerçekten çok sayıda izleyici gezdi. Bu izleyicilerin çok büyük bir kısmını hiç tanımıyordum. Tanımıyordum diyorum çünkü güncel sanat takipçilerinin küçük bir grup olduğu varsayılır ve bu grupta herkes birbirini tanır. Bizi ziyarete gelenler arasında pek tabi o kemik ekip de vardı. Ancak, hem Türkiye'den hem yurtdışından üniversitelerden gelen öğrencilerden tutun da, komşularımıza, gazetelerde haberlerimizi okuyup merak edip gelen kişilere kadar gerçekten çeşitlilik arz eden bir grup insanla tanıştık. Tepkileri, bakışları, algılayış biçimleri ve sordukları sorularla, kendimizi başka gözlerden görmemizi sağladılar. Bu bizim için çok değerli, zira bir şeye odaklanarak baktığınızda körleşme tehlikesi var. Bakışınızı başka yere çeken şeyler ise sizi diri/uyanık tutar.

Hiç yorum yok: