23 Eylül 2009 Çarşamba
18 Eylül 2009 Cuma
Suetkafa//Sokakta Dolaşan Bir Tank Görseniz
Halil Altındere’nin 12 Eylül 1980 tarihli Hürriyet Gazetesi yıldırım baskısının kapağını büyüterek gerçekleştirdiği çalışma, galeriden içeri girildiği gibi yeni bir bakışa ihtiyacımız olduğunu hatırlatıyor. Siyasal tarihin somut kanıtlarından birine uygulanan dikkat, neyi nasıl gördüğümüzü bile etkileyen iktidar güçlerinin aslında kendini saklayamayacak denli kötücül olduğunu kanıtlıyor. Ardı ardına sıralanan yasakları kolay seçilebilecek bir formda okumak, daha ilk adımda sarsıyor. Servet Koçyiğit’in fotoğraf çalışmaları ise, üniformanın statik çağrışımlarını birebir yansıtarak Halil Altındere ile aynı etkide bütünleşmekte. Erk’e sunulan gücün kırılmaz yapısı, parodisini kendisiyle birlikte taşıyor.
Bengü Karaduman ve Köken Ergun’nun katılımlarıyla devam eden sergi, kompleks bir yapı içerisinde kotarılmaya çalışıldığını belli ediyor. Karaduman, 1980 darbesinin zedelediği bir birey olarak, geçmişine ait izlerin peşine düşmüş. Vardığı noktada derdini anlatmaya çalışırken, çeşitli anlara ait video ve fotoğrafları farklı bir teknikle kara siluetlere dönüştürüyor. Peşi sıra ilerleyen basit animasyonların yerleştirilmesinde kullanılan ayna, içe dönük sorgulamaları tetikliyor. Arzulanan iç-sorgu, sanatçıyı ya da sanatçı gibi darbenin izleriyle büyümüş birçok insanla kurulması gereken empatiyi vurguluyor. Fotoğraflar ya da videolar, gölge karakterlerle aktarılan mesaj, kendi konformizmimizi yüzümüze vuruyor. Galerinin alt katında sergilenen Köken Ergun videosu da, her ne kadar farklı bir pratikten geçse bile, toplumlar arası kültürel farkları göstererek kendimize yöneltmemiz gereken sorgunun ciddiyetini anlatıyor. Açıkçası, sergi içerisinde en sevdiğim çalışma bu video. “Askeriyenin neredeyse görünmez ve güçsüz olduğu bir ülkede, insanlar sokakta dolaşan bir tank gördüklerinde ne yaparlar?” gibi ilginç bir amaçla şekillenen video, aslında ikinci aktarımla bizlerle buluşuyor. Videonun hazırlanma süreci ise, kurgu ile performansın birleşmesi ile işliyor. Danimarka’nın bir köyünde dolaştırılan tanka yöneltilen şaşkın tepkiler, yitirdiğimiz masumiyeti akla getiriyor.
‘Darbe’, kavramsal sanatın temel dinamiklerine yönelik yeni yaklaşımlar içermesiyle de önemli bir sergi. Örneğin, Ergun’un gündelik içerisine sıkıştırdığı ve halkı sanata zorladığı videosu ya da Halil Altındere’nin maddeye uyguladığı ‘re-make’, anlatılmak istenen tarihsel gerçeği birbirinden farklı perspektiflerden aktarıyor. Sergi bağlamında hazırlanan kitapçık ise, geniş içeriğiyle amaçlanan ‘hatırlatma’ sürecini pekiştiriyor. Sonuç olarak, ‘İnsan neyle yaşar? demek kadar, ‘İnsan nasıl yaşamalı?’ diye merak edip geçmişimize dönük yüzleşmelerle üzerimize biriken külleri silkelemek, sanatın dilinde zorunluluğunu en iyi şekilde kanıtlıyor.
Fatih Özgüven//
Avi Mograbi’nin seksen küsur dakikalık ‘Z32’sinin seanslarını yakalamakta fayda var, zaten gösterildiği yer bir tür sinema salonu.
Canan Şenol’un ‘İbretname’si uzun bir animasyon-masal; bir bakıma, dolaylı olarak öteki işi ‘Çeşme’nin temalarını açıp yayıyor ve çok daha fazla izleyici ilgisine mazhar oluyor.
Danica Dakic’in ‘Isola Bella’sında yüzlerinde maskelerle skeçler canlandıran bakımevi sakinlerini David Lynch’in herhangi bir filminin karakterleri sanabilirsiniz.
Bu eğilimin en iyi örneklerinden birine Bienal’de değil, Bienal’den çıkıp da Boğazkesen’e yöneldiğiniz takdirde Outlet galerisinin bodrum katında rastlayacaksınız. Köken Ergun’un ‘Tanklove’ı 7 dakika içinde ‘Mars Attacks!’la Bergman’ın ‘Utanç’ını buluşturan komik, biraz da tüyler ürpertici bir darbe egzersizi. Danimarka’nın asude bir köyünün ana caddesinde aniden bir tank belirse neler olur? Haber filmciliğinin türlü numaralarıyla korku filmlerinin trüklerini zekice birleştiren, prodüksiyonu da mükemmel filmin ekibi olayın sadece ‘performans’ olmasından ötürü derin bir nefes almış olmalılar ki hatıra fotoğrafı çektirmişler.
12 Eylül 2009 Cumartesi
Masal Değil Hakikat; 12 Eylül'de Darbe Oldu!
"12 Eylül 1980 askeri darbesiyle yüzleşmeden bir gelecek tahayyül edemeyeceğimizi" söyleyen dört sanatçı; Bengü Karaduman, Köken Ergun, Halil Altındere ve Servet Koçyiğit'in hazırladığı "Darbe" başlıklı sergi 10 Eylül Perşembe akşamı yapılan kokteyle açıldı.
Serginin ev sahipliğini yeni alternatif sanat merkezi olmaya aday Outlet isimli galeri yapıyor.
Darbe oldu-bittiye getiriliyor, ama bitmedi
Geç kanlınmış bir soruyu, "Yüzleşmek için çok mu geç?"i sorarak yola çıkan serginin amacı 29 yıldır Türkiye'deki sanatı, sporu, eğitimi, kültürü, siyaseti... kısaca her şeyi etkilemiş ve etkilemeye de devam eden 12 Eylül askeri darbesini, genelde de tüm darbeleri sanatçı gözüyle bir kere daha tartışabilmek.
İnsanların 12 Eylül'le yüzeysel bir ilişki kurduklarını söyleyen sanatçı Karaduman, "çoğu konuda olduğu gibi sadece darbenin olduğunu biliyoruz. Ama darbenin neden olduğunu, sonrasında neler yaşandığını neredeyse hatırlamıyoruz" diyor.
"Ailesinin neden uzun yıllar Almanya'da yaşadığını, kendisine anlatılanlardan değil de tarih kitaplarından öğrendiğini" belirten Karaduman, "tozlu arşivlerden çıkardığı video ve fotoğrafları gölge karakterlere dönüştürdüğü işinde bir anlamda tarihi bugünden geriye sarıyor.
Bisiklete binen Turgut Özal, işkence yapan polisler, uzun ve boş ve muhtemelen bir karakola ait koridor ve diğerleri... sanatçı farklı açılardan bugüne taşıdığı "anları" hatırlamamız gerektiğini vurguluyor. Unutmamak gerek deyip, altını kara bir kalemle çizerek...
Karaduman, sergiye hazırlık sürecinin kendisi için bir bakıma öğrenme sürecine de dönüştüğünü anlatıyor:
"12 Eylül geçip gitmiş bir şey değil. hala sürüyor. Misal Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK)varlığını sürdürüyor. Bir sürü şey gibi o da devam ediyor işte. Anayasa hala askeri ve darbecileri koruyor. Ama neredeyse hepimiz bu gerçeği unutmuş durumdayız. Unutturulmuş durumda."
Karaduman'a, "12 Eylül'ü bir sanat eserine dönüştürmenin risklerini" soruyoruz. "Sanatın durumu teknik bir şeyden çıkartıp iletişime geçiren bir hale dönüştürdüğünü" anlatıyor.
"Tek farkla" diyor sanatçı, "bunu estetiğe dönüştürürken asıl karanlığı büyüterek görünür kılıyor."
Yaşayanlar hatırlayacaktır, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) devlet yönetimine el koyduğunda "Türkiye'nin Türklerin olduğunu" iddia eden Hürriyet Gazetesi yıldırım bir baskı yapmış ve bunu halka duyurmuştu.
Kapağında darbeci general Kenan Evren'in "sevimli" bir fotosu, yanında da gelişmeye dair ayrıntılar. Ancak Hürriyet'in ilk sayfasındaki ayrıntılar Evren'in illüstrasyonunun yanında devede kulak gibi kalmıştı.
Küçük Evren fotoğrafı büyürse
Serginin katılımcılarından sanatçı Halit Altındere, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin "kült figürü" Hürriyet'in yıldırım baskısını yeniden ama orijinal boyutundan "biraz" büyük bir şekilde yeniden üretmiş.
"Çünkü" diyor, "unutmak istediğimiz, belleğimizin en karanlık tarafının, aslında ne kadar taze durduğunu gösterip, bu yüzleşmeyi tarihe çivilemek istedim."
Gerçekten de sergi salonuna girer girmez gözünüzü alan bu eser de (aslında Hürriyet Gazetesinde) Evren, yaptıklarından gurur duyan bir gülümsemeyle sizi karşılıyor. Düşününce irkiltici olabilen bu an gören için görmekle kalmamak anlamına da geliyor.
Altındere, 12 Eylül'ün mimarı, yeni kuşakların ressam olarak tanıdığı Evren'in resmini yapıyor. Noktasına virgülüne dokunmadan ardı ardına sıralanan yasakların korkunçluğunu çiziyor: "İkinci bir emre kadar sokağa çıkmak yasaklandı, siyasi partiler kapatıldı."
Sanatçı, 29 yıl olmasına rağmen Evren'in ve diğer darbecilerin yargılanmamasına şaşırmamamızı eleştiriyor. "Göz göre göre zaman aşımına uğratılıp yırtacaklar" diye endişeleniyor.
Outlet'teki "Darbe" sergisine gittiğinizde Altındere'nin işine yakından, çok yakından bakmak, Hürriyet'in yıldırım baskısında yer alan cümleleri bir kere daha okumakta fayda var. Zira, sanatçının da dediği gibi, o kapak "Kenan Evren'in ressam değil, eli kanlı bir darbeci olduğunu" sessizce bağırarak kulağınıza fısıldıyor.
Nereden çıktı bu tank?
"Askeriyenin neredeyse görünmez ve güçsüz olduğu bir ülkede, insanlar sokakta dolaşan bir tank gördüklerinde ne yaparlar?"
Serginin katılımcılarından sanatçı Köken Ergun, bu sorunun peşinden Danimarka'ya gitmiş ve bir köyde tank dolaştırmış. Ve bu kurgu yavaş yavaş bir performansa dönüşmüş.
Sokakta tank görmediğinde işkillenen buralıların, dillerinde darbe kelimesinin karşılığı olmayan bir ülkeye gittiğinizde karşınıza çok farklı tepkiler toplumlar arasındaki kültürel farkların enfes bir göstergesi adeta.
Silah altındaki erkeklik
Servet Koçyiğit'in işlerinin odağında farklı ülke askerlerinin güç dengeleri, duruşları ve kendilerini temsil biçimleri var. görür görmez aklıma Lambdaistanbul LGBTT Derneği'nin 2008'de düzenlediği ilk karma sergisinde yer alan Erinç Seymen'e ait payet işlemeli iş geldi.
İki asker birbirlerine romantik, hatta erotik bir biçimde sarılmış, yerdeki silaha bakıyorlar. Seymen silahtan arındırdığı fotoğrafa kuğular ekleyerek hoş bir seda yaratıyordu. Görmek isteyenler http://lambdahafriyatta.blogspot.com/ adresini kullanabilirler.
Koçyiğit'e dönelim.
"Erk dünyasında, üzerine giyindiğin üniforma mı seni güçlü kılar, sana yeni bir rol ve süper güçler verir; yoksa sen o üniformanın esiri misindir?"
Sanatçının kodları görünür kılan yaklaşımı, dokunulmaz olana dokunuyor, yüzeyin altındakileri açığa çıkarıyor. Erkekliğin silah altında aldığı şekilleri görmek, bir anlamda sorularımızı nereden sormamız gerektiğini düşünen bizler için el feneri olabilir.
Masal değil acı hakikat
Bugün 12 Eylül askeri darbesinin 29. yılı. Kadıköy'de ve çeşitli şehirlerde insanlar, "darbeciler yargılansın" demek için sokağa çıkacaklar. 11. İstanbul Bienal'inin başladığı bugünün 12 Eylül'ün yıldönümüne denk gelmesi tesadüf müdür bilemeyiz ama İstanbul'da açılan "Darbe" sergisinde göreceklerinizin hiç birinin tesadüf ya da korku hikayesi değil, hakikatin ta kendisi olacak.(BÇ)
"Darbe" sergisi 10 Eylül'den 17 Ekim'e dek Salı'dan Cumartesi'ye 10.00-18.30 saatleri arasında görülebilir.
Bu kez sanat Darbe'ye vurdu!(Zaman)
|
Yıldırım baskının hatırlattıkları (Radikal)
Bugün 12 Eylül 1980 darbesinin 29. yıl dönümü. Bunca zaman sonra hâlâ 12 Eylül’le hesaplaşalım mı hesaplaşmayalım mı, yargılayalım mı yargılamayalım mı diye konuşmayı sürdürüyoruz. Şaşırtıcı değil, çünkü geride, ne kadar hesaplaşıldığı belli olmayan daha birkaç darbe var. Hatta sivili, postmoderni filan derken Türkiye’de gündelik siyasetin bir unsuru olmuş çeşit çeşit darbe var.
Bienal münasebetiyle her yerde birbirinden büyük, ilgi çekici, iddialı sergi açılırken ‘genç’ sanatçıların mekanı Outlet’de epey yalın, biraz tenha ama taşı gediğine koyan bir sergi açıldı: ‘Darbe’. Şimdi ondan söz etmenin vaktidir.
‘Evren’i ressam sanıyorlar’
“Otuz yıl sonra hâlâ 12 Eylül’ü tartışıyor olmamız, enteresan. Dünyada bütün cuntacılar yargılandığı halde Türkiye bunu yapamadığı için her 12 Eylül’de belirli siyasal düzlemdeki insanlar bunu gündeme getirir. Kitaplar çıkar, yazılar yazılır, toplantılar yapılır ama paşalar hala rahat, koruma altında yaşar; kanunlar değişmediği için. 12 Eylül yasaları değişene kadar bu mesele güncelliğini koruyacak gibi görünüyor.” Halil Altındere’ye ‘Bu sergi nereden çıktı?’ diye sorunca böyle başladı anlatmaya. Altındere’nin ‘Hürriyet’ adlı işi, bir anlamda 12 Eylül’ün simgelerinden birine dönüşen Hürriyet gazetesinin 12 Eylül tarihli ‘yıldırım baskısı’nın tıpatıp bir resmi. Partilerin, sendikaların, derneklerin, bankaların kapatıldığı, sokağa çıkmanın, spor faaliyetleri yapmanın ve yurtdışına gitmenin bir anda yasak edildiği, cuntanın bildirilerini numaralayıp okuduğu 1980 yılının Türkiyesi... Büyütülerek tuval üzerinde yeniden üretilen gazete sayfası, bize ‘ilk yasakları’ hatırlatıp siyasi tarihimizin ‘kötülük imgesi’yle yüz yüze bırakıyor. Halil Altındere’ye göre bu sayfanın bir başka anlamı daha var. “Yeni jenerasyonun bir kısmı Kenan Evren’i bir ressam olarak biliyor. Tonton, yaşlı bir ressam amca gibi...” İşte tonton amcanın ve arkadaşlarının marifetlerini bilene bilmeyen hatırlatacak bir iş bu.
Azra Tüzoğlu’nun hazırladığı sergide, hepsi de yurtdışında yaşayan, darbe olduğunda kimi dokuz kimi beş yaşında olan üç sanatçının daha işleri var. Köken Ergun’un Danimarka’da küçük bir kasabada birdenbire bir tankı sokakta yürüterek insanların tepkilerini kaydettiği videosu ‘Tanklove’ bunlardan biri. Türkiye’de böyle bir durumda insanların aklına ne gelir belli (gerçi hâlâ düzenli olarak yürüyorlar, bayramdan bayrama...). Gündelik hayatlarında ordunun esamisi okunmayan Danimarkalılar da bu ‘ölüm makinası’nı sokaklarında görmekten pek eğlenmiyor. Herkesin yüzünde şaşkınlık ve korku var. Benim gördüğüm, tankı gülerek cep telefonuna kaydeden tek grup, bir kebabçı dükkanın önünde duran siyah saçlı gençler olmuş! Gerçeğiyle sahtesini ayırt edebilme yeteneğinden olsa gerek...
Hollanda’da yaşayan Servet Koçyiğit ise üniformayla ifadesini bulan iktidar ilişkilerini anlatan fotoğraflar çekmiş. Farklı ülkelerin üniformalarını giyen erkekler bazen dayanışma halinde, bazen çatışma. “Benim işlerim Hollanda’da asker olgusuna çok uzaklar. Orada neredeyse yorumsuz karşılandı. Ama mesela İsrail’de tam tersi, militarim yaşamın bir parçası, hekes asker, her yer silah ve orada böyle bir iş çok daha fazla ilgi görüyor”diye anlatıyor yaptığı çalışmanın macerasını.
Darbe olursa ne yapmalı?
Bengü Karaduman da Halil Altındere gibi 12 Eylül ikonografisini ele almış. 1980 yılının öncesinin ve sonrasını anlatan televizyon görüntülerinden, dergi kapaklarından, fotoğaflardan çok güzel siyah biyaz resimler oluturmuş. Bunların bir kısmını da hareketlendirmiş ve uç uca ekleyip duvara yansıtmış. Tuna Huş, Ağca, Turgut Özal bazen sevimli bir ilüstrasyon gibi ya da karanlık bir siluet halinde duvarlarda asılı duruyor. Videoda tek bir söz ‘mesleğim devrimcilik’ deyip yerine oturan tutuklular, kapıları tekmeleyen askerler bir karanlık çizgi film gibi gözümüzün önünde akıyor. “Türkiye 12 Eylül’le hesaplaşmadı. Bizim iletişimimizde izleri hâlâ sürüyor, birbirimize nasıl davranıyoruz, kurumlar nasıl çalışıyor... Aslında darbe hâlâ sürüyor. Hissedip rahatsız olduğumuz şeyler ama belki farkında değiliz bunların hepsi darbenin etkisi..” diye anlatıyor Bengü Karaduman.
Sergiyle ilgili güzel bir kitapçık hazırlanmış. İçinde Burak Arıkan’ın “Askeri darbe olursa nasıl iletişim kurarız” başlıklı internetin ortadan kaldırılması halinde kurulacak ağ hakkında ilginç bir yazı da var. Sözü, erbabına bırakıp, kitaptaki Ahmet İnsel söyleşisinden bir alıntıyla bitirelim: “12 Eylül kurumları duruyorlar. Toplumsal davranışları engelleme, bastırma kapasitesi yüksek kurumlar. Bir şeyler yaptırma ve yapma ka-pasitelere belki çok fazla yok ama engelleme ka-pasiteleri yüksek. (...) Sorunları çözdürtmüyor, ama kendi istediğini de yaptırtamıyor. Bu nedenle büyük ölçüde yerimizde sayıyoruz.”