21 Eylül 2010 Salı
20 Eylül 2010 Pazartesi
Exhibition explores aftermath of Turkey’s 1980 military coup@Todays Zaman
A mixed-media exhibition featuring works of art by contemporary Turkish artists exploring the effects of Turkey’s Sept. 12, 1980 military coup opens today in Diyarbakır, the southeast Anatolian province known for housing one of the most notorious prisons during the turmoil of the late 1970s and early 1980s.
Delving into the dark period that followed the 1980 coup, which saw its 30th anniversary yesterday, the show, which opens at the Diyarbakır Art Center, is titled “13 September.”
The show is a continuation of another exhibition with a theme concerning the 1980 military coup, showcased at the Outlet Gallery in 2009 during last year’s International İstanbul Biennial, and it is also the newest show at the Diyarbakır Art Center, which was founded in 2002 as a civil initiative to showcase the works of artists from Diyarbakır and İstanbul.
In the last few years, the number of works in the art world in Turkey related to military interventions has increased dramatically, says the show’s curator, Azra Tüzünoğlu. “The coup d’etat of 1980 is the most commonly known coup in Turkey’s history, and it is now being questioned over and over in popular movies and TV series. These movies and shows have turned into psychoanalysis sessions for society. The political aspect of the issue is not really being discussed,” Tüzünoğlu says.
‘September 13’ is a continuation of a previous exhibition with a theme concerning the 1980 military coup, showcased at the Outlet Gallery in 2009 during last year’s İstanbul Biennial. It is also the newest show at the Diyarbakır Art Center, which was founded in 2002 as a civil initiative to showcase the works of artists from Diyarbakır and İstanbul
In the exhibition, the featured artists address their witnessing of the coup in a generally sarcastic way.
Among the works featured are a newspaper recounting the day of the coup and recordings from a “collective memory group” established at İstanbul’s Mimar Sinan University. “This group was founded two years ago and carried out a study related to the assassination of [Armenian-Turkish journalist] Hrant Dink and another one on the 1980 coup. For the study of the coup, they have interviewed around 150 people so far from a wide range of people, including members of different political and income groups,” Tüzünoğlu explains, adding that these witnesses of the 1980 coup all experienced the events from their own perspective. “In order to help people remember the details, the group prepared a newspaper featuring photographs of the important happenings related to the coup between 1978 and 1983. This newspaper is being showcased in the show together with five recordings of the interviewees focusing on how individual experiences are being transmitted to the new generation,” the curator continues.
A video from Özlem Kulak, titled “12 September,” which was previously screened at the Locarno Film Festival, is being screened in Turkey for the first time as part of this exhibition. In it, 13 people, including a baker and the owner of a printing house that publishes Marxist books, recount how they spent the entire day on Sept. 12, 1980.
Another interesting work, by Aslı Çavuşoğlu, is a music album featuring a rap song with lyrics that use words banned by the Turkish Radio and Television Corporation (TRT) following the coup. “There are around 205 banned words on TRT’s [censor list], and Çavuşoğlu found 191 of them in the archives. MC Fuat sang the song, and it will be on the market soon,” the curator notes.
A video titled “Vakvak Ağacı” (Vakvak Tree) gives a summary of Turkey’s period of modernization, starting from the foundation of the republic until the coup d’état of 1980 in fairy tale form. “The video has references to traditional miniature art and blends reality and fantasy through a bedtime story,” Tüzünoğlu says.
‘September 13’ is a continuation of a previous exhibition with a theme concerning the 1980 military coup, showcased at the Outlet Gallery in 2009 during last year’s İstanbul Biennial. It is also the newest show at the Diyarbakır Art Center, which was founded in 2002 as a civil initiative to showcase the works of artists from Diyarbakır and İstanbul
One of the most provocative works in the exhibition is one by famed contemporary artist Halil Altındere: a copy of Karl Marx’s “Das Kapital” with a gun inside of it, which is going to be exhibited in Turkey for the first time. “For leftists, ‘Das Kapital’ is almost like a holy book, and it is sometimes used as a gun. Altındere focuses on this aspect,” Tüzünoğlu adds.
Two works from last year’s coup exhibition at the Outlet Gallery are on display in Diyarbakır, too. A video by Köken Ergun depicts a town in the Netherlands where a tank enters in the early morning hours, while another video by Bengü Karaduman is an attempt to attach meaning to things that happened in her childhood (from her current point of view) through a children’s cartoon. The video is shown in a corner of the gallery in which there is a mirror on the wall across from the screen and so the images in the video are reflected infinitely.
“Köken’s video was shot after getting permission to bring a real tank to the town, and it shows the reaction of the people in the town to this unusual visitor. Karaduman, on the other hand, is a person whose family had to leave the country prior to the coup for political reasons. She did not know the reason why they were living abroad while she was a kid, of course, but in time she learned about the existence of the coup and mixes imagination and reality in her video,” Tüzünoğlu explains.
The show will run until Oct. 13 at the Diyarbakır Art Center. For more information, visit www.diyarbakirsanat.org.
13 September 2010, Monday
RUMEYSA KIGER İSTANBUL
Darbe gibi darbe sergisi@Evrensel
Diyarbakır Sanat Merkezi şu sıralar “13 Eylül” isimli sergiye ev sahipliği yapıyor.
Diyarbakır Sanat Merkezi şu sıralar “13 Eylül” isimli sergiye ev sahipliği yapıyor. Geçtiğimiz yıl Outlet’tte gerçekleşen “Darbe” sergisinin bir devamı niteliğinde olan sergi, 12 Eylül darbesi adına yapılabilecek sorgulamaların en aşırı noktasında yorum ve anlamları konu ediniyor. Anayasa değişikliği öngören referandumundan hemen sonra açılışı yapılan sergiye, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Osman Kavala ve çok sayıda sanatçı yazar katıldı. Azra Tüzünoğlu’nun küratörlüğünü yaptığı sergide, Halil Altındere, Canan, Aslı Çavuşoğlu, Köken Ergun, Bengü Karaduman, Şener Özmen, Özlem Sulak ve MSGSÜ Kolektif Hafıza Gurubunun işleri yer alıyor.
TANK, POSTAL SESLERİ
Sanatçıların büyük bölümünün açılışında bulunduğu sergi, başta sinema olmak üzere sanatın diğer disiplinlerinde yapılan üretimlere birer eleştiri olarak da karşımıza çıkıyor. Azra Tüzünoğlu, 13 Eylül sergisine ilişkin hazırladığı metinde, özellikle sinemada ve dizi sektöründe (Babam ve Oğlum, Eve Dönüş, O… Çocukları Vizontele Tuba, Çemberimde Gül Oya, Hatırla Sevgili, Bu Kalp Seni Unutur mu? vb.) toplumun bilinç altına itilen karanlık döneme politikadan olabildiğince uzak ve az bulaştırıldığına işaret ediyor. O yüzden işin yine bu konuda işler üreten sanatçılara düştüğüne değiniyor. Darbeden bu güne kadar geçen zaman diliminde yaşananların keskin bir dille yorumlandığı bu sergi, tam da bu minvalde izleyiciler ile konuşmaya çalışıyor.
Şöyle bir sergiye kulak kabartıp, göz gezdirildiğinde, aslında serginin ayaklarının hangi kavramlara uzandığını ve nasıl bir atmosfer içinde olduğunuzu az çok tahmin edersiniz. Bir yanda sessizliği aniden bölen tank sesleri kulaklarınızda uğuldarken, diğer yandan darbe işgüzarlarının video animasyon görüntüleri eşliğinde kulaklarınızı tırmalayan postal sesleri sizi tedirginliğe sokabilir. Aynı şekilde, karanlık dönemin başka bir uzantısı olan bölgedeki kayıplara gözünüzün iliştiğini görüp tarumar olan yaşamların kodları bir araya toplayan ve kuyularda suskunların hanesine giden binlerce insanın trajedisini siyasal eleştiri ile karşınıza çıkan fotoğraflar sizi rahatsız etmekte gecikmeyecek. Sese ve söze hitap eden ve yakın geçmişe kadar uzanan başka bir yasaklı alan da yine belgeleri ile absürt okuma biçimleri içinde başınızın bir yanında seslendiğini görmek mümkün. Bütün bunların toplamında ortaya çıkan sergi, ziyaretçileri derin sorgulamalara götürürken, aynı zamanda tedirgin eden, geren, hatta verdiği iç huzursuzlukla bilinçdışı tepkilere de dönüşebilen alanlara çekebiliyor.
DARBE, 12 EYLÜL…
Mesela Özlem Sulak, “12 Eylül” isimli çalışmasında darbeyi yaşamış 17 kişi ile yaptığı görüşmeleri bir videoda bir araya getirmiş. Bu kişisel yaşanmışlıklar, bir yanıyla bu tanıklığı yaşayan kişilerin darbeciler, darbe karşıtları ve destekçiler konusunda neler düşündüğünü ortaya koyarken bir yandan da toplumun genelinde yaşanan sarsıntıların izlerini içerdiğini söyleyebiliriz.
Halil Altındere çok ilginç bir çalışma ile farklı algılama biçimlerinin yolunu açabilecek aşırı yorum alanlarını didiklediğini görüyoruz. Çalışmasının ismi Marx’ın temel eseri, “Das Kapital” Altındere, çalışmasında üç farklı karede Kapital’i fotoğraflamış. İlk karede Das Kapital’in kapak görüntüsü, ikinci kare de Kapital’in kapak sayfasından sonra içi bir tabancanın yerleştirilebilecek şekilde oyulmuş bir görüntü yer alıyor. Üçüncü karede de tabancanın kendisi oyulmuş kısma yerleştirilmiş. Altındere, çalışmasının esas esprisinin kapitalizmin yapısal krize girdiği andan itibaren (Son olarak Türkiye’de İşbankasının Kapital’i basımını gerçekleştirmesi gibi) Kapital’i bir silah gibi başvuru kaynağı olarak kullanılmasına dayandırıyor. Başka bir özelliğinin de 80 öncesinde kimi solcuların silahlarını kapitalin içinde sakladığı rivayeti üzerine.
Bir başka çalışma da Şener Özmen’e ait. Daha önce çok sayıda video art ve fotoğraf çalışmalarıyla dikkat çeken Özmen’in, “sus” ve “bayrak” çalışmaları yer alıyor. Sus çalışmasında, bir kuyunun başında takım elbiseler içinde yüzü koyu uzanan bir kişi duruyor. Sağ eliyle “gelmeyin” dercesine dur ihtarı çekmesi, sol eli ile de kuyudan aşağı bakarak “sus” işareti yapması, toplumsal belleği eşeleyen bir çok soruyu aynı anda sordurtuyor-sorguluyor. Zamanı ve mekanı belli olmayan bu çalışma, bir yanıyla 12 Eylülün ve devamında bölgede yaşanan kayıpları daha çok işaret ettiğini teslim etmek gerek. Bir çok soruyu beraberinde getiren bu çalışma, bir gerilim alanına işaret ederken sergi için hazırlanmış metinde “gerilim, susturulmaya çalışılanlarla tam orada durmaları sağlananlar arasında eşit miktarda dağıtılıyor. ‘12 Eylül Askeri Cuntası’nı yaşamış bir sanatçının istibdat yıllarına gönderdiği el işaretleri, uzun yıllar işaret diliyle konuşmaya çalışan bir topluma kayıyor yavaş yavaş…”
12 EYLÜLÜN KARA FİLMİ
Bir başka çalışma da Bengü Karaduman’ın “sessiz kelimelerin yerine” isimli video enstalasyonu. Bu çalışma darbeden sonraki kuşağa pek görünür olmayı arzulamayan bir geçmişi ele alıyor. Darbeyi ortaya çıkaran koşullardan darbe sürecini ve sonrasında ortaya çıkan ürünleri siluetler halinde yeniden meydana getirerek kronolojik bir kara film olarak izleyici karşısına çıkıyor.
Bir başka önemli çalışma da MSGSÜ Toplumsal Hafıza Gurubu’nun yapmış olduğu 12 Eylül ile ilgili yapmış oldukları 250 görüşmenin ses kayıtlarını sergiye taşınmış olması. Hafıza Gurubu aynı çalışma kapsamında Darbe ile ilgili haberlerin bir araya getirildiği bir de “Türkiye’nin sesi” isimli gazete çıkarılmış. Aslı Çavuşoğlu da, Kürtlerin pek alışık olduğu yasak kelimeler konusunda bir iş çıkarmış. Çavuşoğlu, darbe sonrası TRT tarafından yasaklanan 205 kelimenin 191 ile şarkı besteliyor. Repçi Fuat’ın sesi ile de sözcükleri bir albüme dönüştürerek plak yoluyla ziyaretçilere ulaştırıyor sergide. “Tanklove” videosu ile Köken Ergun, Danimarka’nın küçük ama zengin bir kasabasına bir tank dolaştırarak, kasaba sakinlerinin tepkilerini ölçüyor. Sergi Diyarbakır Sanat Merkezinde 12 Ekime kadar görülebilir.
Ali Rıza Kılınç (Diyarbakır/EVRENSEL)
Diyarbakır Sanat Merkezi şu sıralar “13 Eylül” isimli sergiye ev sahipliği yapıyor. Geçtiğimiz yıl Outlet’tte gerçekleşen “Darbe” sergisinin bir devamı niteliğinde olan sergi, 12 Eylül darbesi adına yapılabilecek sorgulamaların en aşırı noktasında yorum ve anlamları konu ediniyor. Anayasa değişikliği öngören referandumundan hemen sonra açılışı yapılan sergiye, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Osman Kavala ve çok sayıda sanatçı yazar katıldı. Azra Tüzünoğlu’nun küratörlüğünü yaptığı sergide, Halil Altındere, Canan, Aslı Çavuşoğlu, Köken Ergun, Bengü Karaduman, Şener Özmen, Özlem Sulak ve MSGSÜ Kolektif Hafıza Gurubunun işleri yer alıyor.
TANK, POSTAL SESLERİ
Sanatçıların büyük bölümünün açılışında bulunduğu sergi, başta sinema olmak üzere sanatın diğer disiplinlerinde yapılan üretimlere birer eleştiri olarak da karşımıza çıkıyor. Azra Tüzünoğlu, 13 Eylül sergisine ilişkin hazırladığı metinde, özellikle sinemada ve dizi sektöründe (Babam ve Oğlum, Eve Dönüş, O… Çocukları Vizontele Tuba, Çemberimde Gül Oya, Hatırla Sevgili, Bu Kalp Seni Unutur mu? vb.) toplumun bilinç altına itilen karanlık döneme politikadan olabildiğince uzak ve az bulaştırıldığına işaret ediyor. O yüzden işin yine bu konuda işler üreten sanatçılara düştüğüne değiniyor. Darbeden bu güne kadar geçen zaman diliminde yaşananların keskin bir dille yorumlandığı bu sergi, tam da bu minvalde izleyiciler ile konuşmaya çalışıyor.
Şöyle bir sergiye kulak kabartıp, göz gezdirildiğinde, aslında serginin ayaklarının hangi kavramlara uzandığını ve nasıl bir atmosfer içinde olduğunuzu az çok tahmin edersiniz. Bir yanda sessizliği aniden bölen tank sesleri kulaklarınızda uğuldarken, diğer yandan darbe işgüzarlarının video animasyon görüntüleri eşliğinde kulaklarınızı tırmalayan postal sesleri sizi tedirginliğe sokabilir. Aynı şekilde, karanlık dönemin başka bir uzantısı olan bölgedeki kayıplara gözünüzün iliştiğini görüp tarumar olan yaşamların kodları bir araya toplayan ve kuyularda suskunların hanesine giden binlerce insanın trajedisini siyasal eleştiri ile karşınıza çıkan fotoğraflar sizi rahatsız etmekte gecikmeyecek. Sese ve söze hitap eden ve yakın geçmişe kadar uzanan başka bir yasaklı alan da yine belgeleri ile absürt okuma biçimleri içinde başınızın bir yanında seslendiğini görmek mümkün. Bütün bunların toplamında ortaya çıkan sergi, ziyaretçileri derin sorgulamalara götürürken, aynı zamanda tedirgin eden, geren, hatta verdiği iç huzursuzlukla bilinçdışı tepkilere de dönüşebilen alanlara çekebiliyor.
DARBE, 12 EYLÜL…
Mesela Özlem Sulak, “12 Eylül” isimli çalışmasında darbeyi yaşamış 17 kişi ile yaptığı görüşmeleri bir videoda bir araya getirmiş. Bu kişisel yaşanmışlıklar, bir yanıyla bu tanıklığı yaşayan kişilerin darbeciler, darbe karşıtları ve destekçiler konusunda neler düşündüğünü ortaya koyarken bir yandan da toplumun genelinde yaşanan sarsıntıların izlerini içerdiğini söyleyebiliriz.
Halil Altındere çok ilginç bir çalışma ile farklı algılama biçimlerinin yolunu açabilecek aşırı yorum alanlarını didiklediğini görüyoruz. Çalışmasının ismi Marx’ın temel eseri, “Das Kapital” Altındere, çalışmasında üç farklı karede Kapital’i fotoğraflamış. İlk karede Das Kapital’in kapak görüntüsü, ikinci kare de Kapital’in kapak sayfasından sonra içi bir tabancanın yerleştirilebilecek şekilde oyulmuş bir görüntü yer alıyor. Üçüncü karede de tabancanın kendisi oyulmuş kısma yerleştirilmiş. Altındere, çalışmasının esas esprisinin kapitalizmin yapısal krize girdiği andan itibaren (Son olarak Türkiye’de İşbankasının Kapital’i basımını gerçekleştirmesi gibi) Kapital’i bir silah gibi başvuru kaynağı olarak kullanılmasına dayandırıyor. Başka bir özelliğinin de 80 öncesinde kimi solcuların silahlarını kapitalin içinde sakladığı rivayeti üzerine.
Bir başka çalışma da Şener Özmen’e ait. Daha önce çok sayıda video art ve fotoğraf çalışmalarıyla dikkat çeken Özmen’in, “sus” ve “bayrak” çalışmaları yer alıyor. Sus çalışmasında, bir kuyunun başında takım elbiseler içinde yüzü koyu uzanan bir kişi duruyor. Sağ eliyle “gelmeyin” dercesine dur ihtarı çekmesi, sol eli ile de kuyudan aşağı bakarak “sus” işareti yapması, toplumsal belleği eşeleyen bir çok soruyu aynı anda sordurtuyor-sorguluyor. Zamanı ve mekanı belli olmayan bu çalışma, bir yanıyla 12 Eylülün ve devamında bölgede yaşanan kayıpları daha çok işaret ettiğini teslim etmek gerek. Bir çok soruyu beraberinde getiren bu çalışma, bir gerilim alanına işaret ederken sergi için hazırlanmış metinde “gerilim, susturulmaya çalışılanlarla tam orada durmaları sağlananlar arasında eşit miktarda dağıtılıyor. ‘12 Eylül Askeri Cuntası’nı yaşamış bir sanatçının istibdat yıllarına gönderdiği el işaretleri, uzun yıllar işaret diliyle konuşmaya çalışan bir topluma kayıyor yavaş yavaş…”
12 EYLÜLÜN KARA FİLMİ
Bir başka çalışma da Bengü Karaduman’ın “sessiz kelimelerin yerine” isimli video enstalasyonu. Bu çalışma darbeden sonraki kuşağa pek görünür olmayı arzulamayan bir geçmişi ele alıyor. Darbeyi ortaya çıkaran koşullardan darbe sürecini ve sonrasında ortaya çıkan ürünleri siluetler halinde yeniden meydana getirerek kronolojik bir kara film olarak izleyici karşısına çıkıyor.
Bir başka önemli çalışma da MSGSÜ Toplumsal Hafıza Gurubu’nun yapmış olduğu 12 Eylül ile ilgili yapmış oldukları 250 görüşmenin ses kayıtlarını sergiye taşınmış olması. Hafıza Gurubu aynı çalışma kapsamında Darbe ile ilgili haberlerin bir araya getirildiği bir de “Türkiye’nin sesi” isimli gazete çıkarılmış. Aslı Çavuşoğlu da, Kürtlerin pek alışık olduğu yasak kelimeler konusunda bir iş çıkarmış. Çavuşoğlu, darbe sonrası TRT tarafından yasaklanan 205 kelimenin 191 ile şarkı besteliyor. Repçi Fuat’ın sesi ile de sözcükleri bir albüme dönüştürerek plak yoluyla ziyaretçilere ulaştırıyor sergide. “Tanklove” videosu ile Köken Ergun, Danimarka’nın küçük ama zengin bir kasabasına bir tank dolaştırarak, kasaba sakinlerinin tepkilerini ölçüyor. Sergi Diyarbakır Sanat Merkezinde 12 Ekime kadar görülebilir.
Ali Rıza Kılınç (Diyarbakır/EVRENSEL)
12 Eylül darbesine '13 Eylül'den bakış@Radikal
Diyarbakır Sanat Merkezi'nde açılan '13 Eylül' sergisi darbeyle ilgili işlerine yer veriyor. Locarno'da prömiyer yapan '12 Eylül' videosu da sergide
İSTANBUL - 12 Eylül’e bir gün sonrasından bakan “13 Eylül” sergisi darbenin acılarının en ağır biçimde yaşandığı Diyarbakır’da sergileniyor. 13 Ekim’e kadar Diyarbakır Sanat Merkezi’nde açık olacak sergi, geçen yıl Outlet’te gerçekleşen ‘Darbe’ sergisinin bir devamı niteliğinde.
Küratörlüğünü Azra Tüzünoğlu’nun üstlendiği sergide Halil Altındere, Canan, Aslı Çavuşoğlu, Köken Ergun, Bengü Karaduman, Şener Özmen, Özlem Sulak ve MSGSÜ Toplumsal Hafıza Grubu’nun son iki yılda ürettikleri darbeye ilişkin işleri yer alıyor.
‘13 Eylül’ sergisi birkaç temel üzerine inşa edildi. İlki belgesel niteliği yüksek, hafıza tazeleyici işler. Özlem Sulak’ın 12 Eylül mağduru 13 kişiyle görüşmelerini içeren ve geçen ay Locarno Film Festivali’nde prömiyeri yapılan ‘12 Eylül’ videosu.
Türkiye genelinde farklı sınıfsal katmanlar, farklı cinsiyet, eğitim düzeyi ve ideolojik yapılardan gelen 250 kişiyle yaptıkları görüşmeleri bir ses işine dönüştüren ve 1978-1983 arasında taradıkları gazetelerden kolektif bir ‘bellek kaşıyıcısı’ üreten MSGSÜ Toplumsal Hafıza grubu, serginin tanıklığı yüksek kısmını oluşturuyor. Bireysel tarih anlatısını, toplumsal tarihe paralel bir seyirde sunmayı tercih edenler ise Canan ve Bengü Karaduman’ın çalışmaları.
Serginin gerçeklikten beslenen kurgusal çalışmalarını Köken Ergun ve Aslı Çavuşoğlu gerçekleştiriyor. Ergun, Danimarka’nın Jyderup kasabasına, sakinlerine haber vermeden bir tank sokuyor. Çavuşoğlu ise darbe sonrası TRT tarafından yasaklanan 205 kelimenin 191’i ile şarkılar besteliyor, rapçi Fuat’ın sesiyle sözcükler bir albüme dönüşüyor.
Halil Altındere ve Şener Özmen’in çalışmaları serginin üçüncü katmanını, müstehzi kanadını oluşturuyor. Özmen, ilk fotoğrafında asit kuyusuna bakan bir çifte bir ajanı gösterirken diğerinde, boyunluklarıyla bayrak törenine katılan sarkastik memurları gösteriyor. Altındere ise, zaman zaman bir silah gibi kullanılmış, Karl Marx’ın Das Kapital kitabının içine gerçek bir silah saklıyor.
10 Eylül 2010 Cuma
9 Eylül 2010 Perşembe
5 Eylül 2010 Pazar
Sıcak Nal, futboldan en çok anlayan yazar ödülü! Tanıl Bora
Sıcak Nal dergisinin Dünya Kupası anketinde doğruya en yakın tahmini yapan yazar, Pazartesi günü törenle ödül heykelciğini alacak. Dergi, Dünya Kupası sırasında 22 edebiyatçıya ‘Sizce Dünya Kupası’nda finali kim oynayacak ve skor ne olacak?’ diye sordu. Sıcak Nal’ın anketine doğruya en yakın cevabı veren kişi ise hiç sürpriz bir isim değil, hem yayıncı, hem çevirmen hem yazar hem de futbol yazıları yazan, kitapları olan bir isim, Tanıl Bora.
Tanıl Bora’nın tahmininde yer alan Almanya ve İspanya, finalde değil ama yarı finalde karşılaştı. Böylece ‘doğruya en yakın tahmin’i yapan Tanıl Bora’da ödülü haketti. Aynı zamanda Radikal’in spor yazarlarından biri olan Tanıl Bora’ya, futbol konusundaki hedefe yakın atışı dolayısıyla, sanatçı Gökçe Erhan’ın tasarladığı özel bir heykelcik verilecek. Heykelciğin ‘futboldan en iyi anlayan yazar’a verileceği tören, Pazartesi günü, Londra Oteli’nin terasında gerçekleşecek.
Ankette Hatice Meryem, Aslı Erdoğan, Akif Kurtuluş, Süreyyya Evren, Küçük İskenden Ahmet Soysal gibi isimler tahminde bulunmuş, kupayı herkesin bildiği gibi Hollanda’yla final maçı yapan İspanya kazanmıştı.
BURAK DELİER@TAIPEI BIENNIAL 2010
One can easily imagine an exhibition of political art, but what about an exhibition on the politics of art? The former must deal with the political use or content of artworks, yet the latter creates a situation in which the exhibition can examine and reflect upon how art is being produced, circulated and consumed. This seemingly ambiguous status of exhibition, much like seeing oneself in a mirror, is to render visible what is typically absent in art, so that self–perception can be both attained and observed. An unstable and unresolved situation will be created, interrupting the typical suspension of disbelief that accompanies art’s story about itself. Grasping these conditions, the art world might operate on the same principle of self-reflexivity found within art making.
Taipei Biennial 2010 is an attempt to present the politics of art in popular biennialism through exhibition per se. By exploring what a biennial can do and can be, a moment of restraint is afforded in which to set aside political or ethical tirades on global injustice and to reflect on the biennial’s origin, function, size and scale. By turning an exhibition inward and, in fact, against its grain—dissolving the supposed boundaries between artistic and curatorial pactices, discourses and reception—this exhibition unravels the conventionally discrete artistic presentation that is otherwise mystified. What can be brought to attention is, thus, not only the effect of institutions of art--how power is deployed and contested, but also the “affect” of art--how art is categorized, acknowledged and appreciated, communicated and internalized by viewers. An exhibition, therefore, is never an innocent collection of artwork, but rather a set of social relations upon which the production of art is constructed. To invoke the politics of art is simply to make these social relations visible, so that the division between the social and the aesthetic is no longer distinguishable and thus, rendered obsolete.
It is through this denaturalized process that Taipei Biennial 2010 is structured and programmed, seeking to lay bare the chronological, institutional, formal and social contexts of the exhibition. This biennial can be understood as a framing device through which the picture of art can be cropped, composed, emphasized, or displaced for presenting the unrepentant, over-determined character of art. It is a discourse made explicit for art relative to its structure, so that the object and the subject of art cannot be stably fixed or easily agreed upon. In turn, it is a commentary on how art is produced and subjugated. The political moment of the exhibition, if there is such a moment, is to articulate art from both within and without, so that the relation between art and life might be reconciled, and thus polemicized.
Burak Delier, WE WILL WIN Survey, 2010
For the Taipei Biennial 2008, the artist engaged with Shijou Tribe settlements on the Sindian River that are threatened by demolition plans justified by "typhoon flooding." Near the area is a golf course, situated at an even lower water level than the Shijou settlement. As ever, "urban renewal" is synonymous with the aims of real estate development. With the help of students, activists, members of the Shijhou community and other tribes, Delier installed a huge banner over the condemned houses bearing the simple message "We Will Win." For TB10, Delier directed his attention toward the stratified workings of the art institution itself, and surveying everyone from interns to policy decision-makers on the potential for critical art and what it should entail. Exhibited in the show are the material results of this survey and of a collaborative workshop that followed.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)