29 Mart 2010 Pazartesi
Hayvanlar Hayatın Maketi Gibi@Radikal Ctesi
Amsterdam'da yaşayan sanatçı Servet Koçyiğit, Türkiye'de ilk kez kapsamlı bir kişisel sergi açtı. 'Tezgâh Altı' adıyla sunduğu işleri, 10 Nisan'a kadar OUTLET'te ve yaptıkları kız arkadaşının deyimiyle 'Bir çiftçi çocuk için hiç de fena değil!'
ELİF TÜRKÖLMEZ (Arşivi)
Siz hep kurgusal fotoğraflar çekiyorsunuz. Neden?
Aslında fotoğraf ya da video çekerken kafanızdaki imgeyi bulmaya çalışıyorsunuz. Bazen bunu hazır olarak bulabilirsiniz, hazır değilse de müdahale etmek gerekiyor. Örneğin ‘Doktor 2008’ fotoğrafındaki doktor elbiselerini ve steteskopu üç yıl yanımda gezdirdim, uygun mekânı bulana kadar. Yeri bulunca çektim.
İşlerinizin ‘disiplinler arası’ bir yanı da var sanki...
Ben sanatta disipline inanmıyorum, sanatı sınırlayan hiçbir şeye inanmıyorum. Disiplin sanatta akademik zorlamadan başka bir şey değil. Çağdaş kültürde de artık insanların çok yönlü, çok yetenekli, aynı anda birden çok şeyle ilgilenen insanlar olarak yetiştiğini düşünüyorum. Temelinde sanat, farklı dallarda aynı şeyleri yapmaya çalışıyor zaten, o yüzden alanların çakışması birbirine kayması çok normal. Ben sanatı disiplinsiz öğrendim, kendimi de öyle geliştirdim. Ama aslında bu, ne yapmak istediğinizle ilgili, bazen durağan bir imge, bir fotoğraf fazlasıyla ilginç olabiliyor, bazen de hareket eden imgeleri kullanmak gerekiyor, video sanatında olduğu gibi. Benim geliştirdiğim işlerin bir grubu da, duvara asılmış yazılar. İlkini 2005’te yaptım, günlük hayatımızdaki takıntılarla ilgiliydi. ‘Bazen buzdolabı kapanmış mı diye on kez kontrol ediyorum’. Ben bu işin dantel olarak yapılmasına karar verdim, çünkü dantel çok sıkıntılı bir şekilde, sürekli aynı şeyi tekrarlayarak yapılıyor, işe en uygun malzeme bu diye düşündüm. Aslında edebiyatla kesişen bir iş bu, ben bunu sanata taşıdım. Yazı artık sadece süje değil, aynı zamanda obje oldu; disiplinler arasılığa iyi bir örnek belki de.
Bu serginin adı neden ‘Tezgâh Altı’?
Bu sergi benim 12 yıldır ürettiğim çalışmalardan küçük bir seçki ve hiçbiri daha önce Türkiye’de gösterilmedi, pek çok değişik ülkede defalarca sergilenmesine rağmen. Aslında uzun süredir var olan şeyler bilinmediğinden garip bir şekilde gizli kaldı, bir anlamda tezgâh altında kaldı. Tabii biraz illegalite de var anlamda, o da biraz dikkat çeksin diye.
Sergideki işleri nasıl seçtiniz?
‘Tezgâh Altı’ Türkiye’de benim ilk solo sergim olduğu için, sanat yolculuğumun başından bugüne kadar bir küçük seçki yaptım. O yüzden tematik bir sergi değil. İşler uzunca bir periyoda yayıldığı için, süreç içinde pek çok değişim var; konular, boyutlar, ilgi alanları da zamanla değişiyor. Ben enstalasyon sanatçısı olarak başladım, bir dönem mekân, mimarlık objelere ilgim vardı, daha çok iç mekânlarla ilgili işler. Sonra işlere fotoğraflar eklendi, çoğu dışarıda yapılmış konuları yine objeler, hayvanlar olan. Sonra video işleri yapmaya başladım; onunla birlikte içinde daha çok insan olan, daha ‘narrative’, sosyal konular içeren işler yapmaya başladım. Tabii ki zaman içinde tekrarlar ve başka alanlara açılmalar da var; performatif, dizayn ya da dille ilgili işler.
Hayvanları kullanmaya nasıl karar verdiniz?
O işler de aslında insanla ilgili. Hayvanlara bakmak biraz hayatın maketine bakmak gibi benim için. Bizimle olan benzerliklerini ve farklılıklarını görebiliyorsun. İşler hep gördüğün, yaşadığın şeylerden çıkıyor. Ben de doğanın içinde, köyde büyüdüm, onun da etkisi vardır. Bir solo sergiyle insanların işlerim hakkında genel bir izlenim elde edinmesi zor ama iyi bir fikir sahibi olacaklarını düşünüyorum. Biraz geç bir paylaşım benim için ama Türkiye’de çağdaş sanatı göstermenin hep bir sıkıntısı vardı. Bundan sonra çok daha güzel şeyler olacağını düşünüyorum, Türkiye’deki sanat gerçekten bir dönüm noktasında. Yeni açılacak mekânlar ve müzelerle benim gibi sanatçıların işleri gösterilecek, korunacak, bizim de bir çağdaş sanat tarihimiz, belleğimiz oluşacak... Bu heyecanlı dönemin parçası olmak çok güzel.
Amsterdam’da yaşıyorsunuz ama fotoğraf ve video çekmek için genelde Türkiye’nin doğusunu geziyorsunuz. Doğu sizin işleriniz için nasıl imkânlar veriyor?
Çok uzun zamandır sanat yapmama rağmen Türkiye benim en az ürettiğim ve ürettiklerimi gösterdiğim ülkelerden biri aslında. Başta Avrupa olmak üzere pek çok ülkede, Gürcistan’da da, Kudüs’te de, Brezilya’da da iş ürettim. Türkiye’yle çok uzun süre ilgilenmedim. Ülkeden ayrıldığım dönemde, Avrupa çok yeniydi, sanat çok yeniydi. 2005 yılında altı ay İstanbul’a gelip yaşadım. O zamana kadar da Türkiye’de neredeyse hiçbir şey yapmamıştım. Doğup büyüdüğüm, okula gittiğim, otobüs beklediğim ülke işlerimde yoktu. O kalışımda iyi işler çıktı, bir kısmı da İstanbul Bienali’nde gösterildi. Ülkeye tekrar dönüp dışarıdan bir bakışla çalışmak, işlere de bir tazelik, yenilik getirdi. Ondan sonra imkânlar ölçüsünde daha düzenli olarak Türkiye’yi dolaşıp işler yapmaya karar verdim. Son birkaç yılda da İç Anadolu, Karadeniz, Doğu Anadolu’yu dolaşıp, bazı yerlerde kalıp iş üretmeye çalışıyorum.
İstanbul ‘besleyici’ bir kent değil mi sizin için?
İstanbul’da olduğum dönemde, Türkiye’de sanatın sadece bu kentte bir sokağa sıkışıp kalması, çok Avrupai olması, Avrupa’dan gelen biri için hiç de ilginç değildi. Türkiye çok büyük ve güzel bir ülke, çok farklı kültürlerin, coğrafyanın, yaşam tarzının olduğu bir yer, kendi adıma Türkiye’nin başka yerlerinde yapılmış işlerle bir şeyler katmak istedim. Ülkenin görselliği çağdaş sanata çok yansımamış, o yüzden de böyle çalışmak çok heyecanlı, bazı şeyleri ilk siz yapıyorsunuz. Ülkenin ücra bir kösesinde sanat üretmek, oradaki insanları bu işe dahil etmek, paylaşmak... Onun dışında tekrar Amsterdam’a dönüp, stüdyoma girip değişik işler yapmaya devam ediyorum. Ben sürekli üretiyorum, coğrafik sınırlar artık önemli değil. Sanatçılık garip bir iş, yaşamınızdan ayrı bir şey değil; fiziksel olarak neredeyseniz, orada kendinizi ilgilendiren bir şeyler bulup çalışabiliyorsunuz.
Doğu’da yaptığınız işler Batılı sanat dünyası tarafından nasıl algılanıyor? Ne tür yorumlarla karşılaşıyorsunuz mesela Amsterdam’da?
Bugünkü çağdaş sanatta Doğu-Batı kalmadı artık. Pek çok sanatçı çok değişik yerlerde çalışıp başka coğrafyalarda işlerini gösterebiliyor. Sürekli bir yerden bir yere dolaşım halinde. İyi bir şey yaptığınızda çok rahat uluslararası dolaşıma giriyor. Sanat bugün hiç olmadığı kadar global. Dünya sanatında Avrupa, Amerika etkisi gittikçe azalıyor, onun yerine bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde, Çin’de, Hindistan’da, Kore’de alanlar ve pazarlar oluştu. Sanatın dili de artık daha global oldu, benim gibi farklı ülkelerde, kültürlerde, değişik diller konuşup ürettiklerinizi de paylaşabiliyorsunuz. Benim işlerimde de lokalden çıksa bile globale bir bakış var, bu da yaşadığım değişik kültürlerin etkisiyle olan bir şey. O yüzden benim için hem başka kültürlere ulaşmak önemli hem de işlerimin anlaşılması ve bunları paylaşmam zor değil.
Gözü kapalı okyanusa atlamak...
* Ben hayatımda sıçramaları, zıplamaları seven biriyim. Küçük köyümüzün ufkuna bakarak büyüdüm. Köyden ODTÜ’ye, oradan Avrupa’da sanat eğitimine, dünyaya açılan iyi bir yaşamım oldu. En güzeli de bunu tek başıma yaptım. Sanat benim kişiliğime en uygun seçimdi. Değişik alanlardaki ilgimi sanatla toplayabildim, özgürlüğün, yaratıcı düşüncenin ne olduğunu, en önemlisi kendimi, tekrar ürettiğim sanattan öğrendim.
* Risk almadan hep iyi şeyler yapılamıyor, bazen gözü kapalı okyanusa atlamak gerekiyor, hangi karaya çıkacağını bilmeden. Sanat hep sınırlarla, bu sınırları zorlamayla ilgili. Çok iyi bildiğini düşündüğün şeyleri bile sorgulamak, çok bilindik şeylere bile yeniden ve başka bir açıyla bakmayı öğrenmek gerekiyor. Kız arkadaşım benimle şöyle dalga geçer: ‘Bir çiftçi çocuk için yaptıkların hiç de fena değil.’
* Kahveyi çok severim ama çok abarttığım için artık öğütülmüş almıyorum, çekirdekten her seferinde öğüterek kendim hazırlıyorum.
* Sinemayı da çok severim, sanat filmlerinin dışında eski Türk filmlerini... Onları hiç Türkiye’nin dışına sunamadık. Bazıları gerçekten kült, dünya sinemasında yeri olması gereken filmler. Bir de kovboy filmleri severim, çocukluktan, ilk televizyon zamanlarından...
17 Mart 2010 Çarşamba
14 Mart 2010 Pazar
Yürüyelim "Art"kadaşlar@RADİKAL
İstiklal'le Cihangir arasında olup ikisinin curcunasından da uzakta kalan Tophane'de fırınla tesisatçının, kahvehaneyle parkecinin arasına bir de sanat galerileri eklenmiş durumda şu ara. Art Walk projesi kapsamında artık ayda bir pazarları da kepenk açacak altı galeri hafta sonu da yolu bu semte düşürmek için iyi bir sebep. Tophane Art Walk'un ilk pazarıysa yarın...
ELİF TÜRKÖLMEZ
Son zamanlarda Tophane’de bir şeyler oluyor. Sanki İstanbul Modern’in, Antrepo’nun, Mimar Sinan Üniversitesi ve Tophane-i Amire’nin denizden karaya üfürdüğü, Boğazkesen’de sanat galerisi olup çıkıyor. Birbiri ardına açılan yeni sanat mekânları, Beyoğlu’yla Cihangir arasında bir zamanlar adı bile geçmeyen bir semt olan Tophane’nin fiyakasını da, ziyaretçisini de artırıyor. Şimdi bütün bu galerileri bir yürüyüş güzergâhı içine oturtan, yani elinize haritayı alıp çentik ata ata ilerlemenizi sağlayan yeni bir proje var: Tophane Art Walk.
Pazar günü galeriler kapalı olur ama onlar her ay bir pazar 12.00-18.00 saatlerinde kapılarını sanatseverlere açık tutacak. Hayriye Caddesi’ndeki Galeri Apel’den başlayıp Boğazkesen’deki Galeri NON, OUTLET, PiArtworks, RODEO ve Cihangir’deki Daire Sanat’a uzanan altı galerilik bu güzergâh, bundan böyle hafta sonu da yolunuzu Tophane’ye düşürmek için başlı başına bir sebep...
‘Ortak tavır az laf çok iş’
Yeşim Turanlı
PiArtworks, 1998’den beri Ortaköy’deydi. Eylül 2008’de, biri Boğazkesen Caddesi üzerinde 76 numarada, diğeri oradan ilk sol ilk sağ yapılarak bulunan ara sokakta olmak üzere iki mekâna yayıldı. Galerinin sahibi Yeşim Turanlı, caddedeki dükkânın günde 40-50 ziyaretçisi olurken, arka sokaktakinde sayının 10-15’e düştüğünü anlatıyor. Halbuki sergilenen işler arasında bir ‘önem’ farkı yok. Mesela şu anda arka sokaktaki mekânda Volkan Aslan’ın ‘Aynı Tişörtü Giyenler’ adlı bir video performansı var ki enfes. Aslan, daha önce hayatında hiç Türk bayrağı giymemiş çeşit çeşit insana Türk bayraklı tişört giydirip ‘Duygularınızı alayım’ demiş. Sonuç: İnsanların Türk bayrağıyla imtihanının gerilimli ve komik halleri... Turanlı’ya göre, projeye dahil olan galerilerin aynı güzergâhta olmasının yanı sıra başka bir ortak özelliği var: Herkes bir şeyler yapmaya hazır, yenilikçi, ‘az laf çok iş’ prensibiyle çalışıyor.
‘Öğrenciler çok geliyor’
Selin Söl
Selin Söl’ün sahibi olduğu Daire Sanat, Cihangir Şimşir Sokak’ta. Tophane’nin biraz daha dışında olması sebebiyle “Sizin ziyaretçi profiliniz daha değişik olabilir mi?” diye soruyorum. “Yok” diyor, “Daha çok öğrenciler geliyor. Filmciler mesela pek uğramaz. Herkes kendi sanat dalıyla uğraşıyor herhalde.”
Daire Sanat’ta şu sıra Genco Gülan’ın ‘Dünyanın En Pahalı Resimleri’ adlı sergisi var. Dünyanın en pahalı resimlerinin paha biçilemez oluşuyla ilgili bir sorgulama yapıyor sanatçı. Bu, Daire Sanat açıldığından beri Söl’ün içine en sinen sergi olmuş. Sanatçı, fiyatlandırmayla ilgili de bir espriye gitmiş. Kendi işinin fiyatını belirlerken eserlerin gerçek fiyatlarının on binde birini almış. Picasso’nun küçücük bir işinin fiyatı 11 bin lira olurken, daha büyük boyutlu, daha çok uğraşılan bir işin fiyatıysa 7 bin lira çıkmış.
‘Ticari boyut kazanabilir’
Sylvia Kouvali
Sylvia Kouvali’nin sahibi ve direktörü olduğu RODEO Güncel Sanat Galerisi, Eylül 2007’de Tophane’deki Tütün Deposu’nda açılmış. Kouvali, “Burası geleneksel galeri çizgisinden sıyrılan sergilere ev sahipliği yapmayı hedefleyen bir platform; sanatçılar, küratörler ve diğer sanat profesyonelleri için bir buluşma noktası. Bu kişilerin bir araya gelmesi sadece ticari amaçlar doğrultusunda olmak zorunda değil; fakat bu diyalogların sonucunda ticari boyut kazanabilecek işbirlikleri de doğabilir” diyor. RODEO’da şu sıralar Loukia Alavanou’nun kişisel sergisi var. 21 Nisan’da da Can Altay-Iman Issa sergisi geliyor.
‘Galeri de ne, disko yapın!’
Nuran Terzioğlu
Nuran Terzioğlu, Tophane’nin en eski galericilerinden. 1994’te gelmiş buraya. Yokuşun başında olması sebebiyle biraz da Galatasaray’da sayılır aslında. Anlatırken heyecanlı; “O kadar güzel şeyler oluyor ki burada, ben çok mutluyum. 94’te ben galerimin bulunduğu yeri alırken herkes kahkahalarla gülmüştü. Dükkân sahibi hanım, ‘Bir kahvenizi içmeye geleceğim en yakın zamanda ama siz burada olmayacaksınız’ demişti. Kimse inanmadı bana o zaman. Apartmandaki çocuklar, şimdi hepsi evli, çoluk çocuk sahibi, dediler ki ‘Ne yapıyorsunuz?’ Dedim ki ‘Galeri yapıyorum.’ ‘Galeri ne demek?’ dediler, anlattım. Dediler ki ‘Ay, en iyisi siz burayı disko yapın.’ Ta o zamanlardan aklımda, bir gün buraya galericiler gelecek, burası canlanacak fikri vardı. Daha da ilerleyeceğine inanıyorum. Zamanla galeri sayısı da, ziyaretçi sayısı da artacak” diyor. Şu sıralar Bahadır Yıldız’ın ‘Zamansız Aşınma / Untimely Erosion’ adlı sergisine ev sahipliği yapan Galeri Apel’de aynı zamanda 1 Mayıs’a kadar Can Göknil’in ‘Kitap Evi / Book House’ adlı sergisi de görülebilir.
‘Her koldan sıkışmışız’
Derya Demir
Galeri NON, Tophane’nin en yenilerinden, eylül ayında açılmış. Boğazkesen’e deniz tarafından girerseniz solda sizi ilk karşılayacak galeri. Siyah demir kapısı pek fiyakalı. Siyah-beyaz ağırlıklı dekorasyonuyla galeri, işlerden önce göz alıyor zaten. Galeri NON’da 27 Mart’a kadar Güneş Terkol’un ‘Akıntının Tersine Tırmanmaya Çalışıyorlardı’ adlı sergisi var. Sergiye adını da veren ve sanatçının bir rüyasını anlatan video çalışmasının yanı sıra tülbent üzerine suluboya çalışmalar, Terkol’un ‘ayrıksı’ yanını ortaya koyuyor. Bu arada, videonun çok başarılı müziklerinin de Terkol’a ait olduğunu söyleyelim.
Demir, “Tophane sanat merkezi olmasaydı ilginç olurdu zaten” diyor, “Çünkü her koldan sıkışmış durumdayız. Şu kolda Cihangir var, Serdar-ı Ekrem’le Galata’ya bağlanıyoruz, biraz yukarıda İstiklal, Galatasaray, işte masonların olduğu sokak yenilendi. Yani yavaş yavaş zaten buraya doğru kayıyor. Tophane dönüştükçe buraya gelen galeri sayısı da artacak.”
‘Önce duyup tanıyacak’
Azra Tüzünoğlu
Azra Tüzünoğlu’nun sahibi olduğu OUTLET, ‘İhraç fazlası sanat’ sloganıyla 2008’de kuruldu. Kendisini, ‘Sosyal ve kültürel adaletsizliğin bunca derinleştiği bir ortam / zamanda, lüks olarak görülen sanatı, kitlelerle buluşturma girişimidir’ diye tanımladı. PiArtworks’ün, o önce sol sonra sağ yapılan dükkânının kapı komşusu. Öyle ki, söyleşi yapacağımız OUTLET’e Yeşim Turanlı eline telefonunu ve kahvesini alıp gelmişti, ‘komşuya geçer gibi...
Kadirler Yokuşu 69 numarada konuşlanan OUTLET kurulduğundan beri Tophane’yi bir yürüyüş güzergâhı yapmayı amaçlıyordu zaten. Kuruluş manifestosunda “Outlet; İstanbul’un sanat haritasında Beyoğlu’ndan Fındıklı’ya inen aksın, ‘Sanat yürüyüş alanı’ olmasında dönüştürücü bir rol üstlenmeye adaydır” diyordu.
Tüzünoğlu, “Bu projeyi başlatmaktaki amacımız, hemen buraya daha fazla insan gelsin değil. Öncelikle bir farklılık oluşturmak istedik. İnsanlar önce duyacak, tanıyacak, sonra gezmeye başlayacak” diyor. Yani uzun vadeli düşünmekten yana.
Mekânda 10 Nisan’a kadar Servet Koçyiğit’in ‘Under The Counter / Tezgâh Altı’ adlı kurgu fotoğraf sergisi var. Koçyiğit’in işlerinden sonraysa çok ilginç bir koku sergisi olacak galeride. Türkiye’de ilk kez yapılan türden bir sergi bu, mekânda yalnızca kokular olacak. “Nasıl bir koku?” diye sorduğumuzdaysa yanıt şöyle geliyor: ‘Bir Yaz Günü Öğleden Sonra’ kokusu...
ELİF TÜRKÖLMEZ
Son zamanlarda Tophane’de bir şeyler oluyor. Sanki İstanbul Modern’in, Antrepo’nun, Mimar Sinan Üniversitesi ve Tophane-i Amire’nin denizden karaya üfürdüğü, Boğazkesen’de sanat galerisi olup çıkıyor. Birbiri ardına açılan yeni sanat mekânları, Beyoğlu’yla Cihangir arasında bir zamanlar adı bile geçmeyen bir semt olan Tophane’nin fiyakasını da, ziyaretçisini de artırıyor. Şimdi bütün bu galerileri bir yürüyüş güzergâhı içine oturtan, yani elinize haritayı alıp çentik ata ata ilerlemenizi sağlayan yeni bir proje var: Tophane Art Walk.
Pazar günü galeriler kapalı olur ama onlar her ay bir pazar 12.00-18.00 saatlerinde kapılarını sanatseverlere açık tutacak. Hayriye Caddesi’ndeki Galeri Apel’den başlayıp Boğazkesen’deki Galeri NON, OUTLET, PiArtworks, RODEO ve Cihangir’deki Daire Sanat’a uzanan altı galerilik bu güzergâh, bundan böyle hafta sonu da yolunuzu Tophane’ye düşürmek için başlı başına bir sebep...
‘Ortak tavır az laf çok iş’
Yeşim Turanlı
PiArtworks, 1998’den beri Ortaköy’deydi. Eylül 2008’de, biri Boğazkesen Caddesi üzerinde 76 numarada, diğeri oradan ilk sol ilk sağ yapılarak bulunan ara sokakta olmak üzere iki mekâna yayıldı. Galerinin sahibi Yeşim Turanlı, caddedeki dükkânın günde 40-50 ziyaretçisi olurken, arka sokaktakinde sayının 10-15’e düştüğünü anlatıyor. Halbuki sergilenen işler arasında bir ‘önem’ farkı yok. Mesela şu anda arka sokaktaki mekânda Volkan Aslan’ın ‘Aynı Tişörtü Giyenler’ adlı bir video performansı var ki enfes. Aslan, daha önce hayatında hiç Türk bayrağı giymemiş çeşit çeşit insana Türk bayraklı tişört giydirip ‘Duygularınızı alayım’ demiş. Sonuç: İnsanların Türk bayrağıyla imtihanının gerilimli ve komik halleri... Turanlı’ya göre, projeye dahil olan galerilerin aynı güzergâhta olmasının yanı sıra başka bir ortak özelliği var: Herkes bir şeyler yapmaya hazır, yenilikçi, ‘az laf çok iş’ prensibiyle çalışıyor.
‘Öğrenciler çok geliyor’
Selin Söl
Selin Söl’ün sahibi olduğu Daire Sanat, Cihangir Şimşir Sokak’ta. Tophane’nin biraz daha dışında olması sebebiyle “Sizin ziyaretçi profiliniz daha değişik olabilir mi?” diye soruyorum. “Yok” diyor, “Daha çok öğrenciler geliyor. Filmciler mesela pek uğramaz. Herkes kendi sanat dalıyla uğraşıyor herhalde.”
Daire Sanat’ta şu sıra Genco Gülan’ın ‘Dünyanın En Pahalı Resimleri’ adlı sergisi var. Dünyanın en pahalı resimlerinin paha biçilemez oluşuyla ilgili bir sorgulama yapıyor sanatçı. Bu, Daire Sanat açıldığından beri Söl’ün içine en sinen sergi olmuş. Sanatçı, fiyatlandırmayla ilgili de bir espriye gitmiş. Kendi işinin fiyatını belirlerken eserlerin gerçek fiyatlarının on binde birini almış. Picasso’nun küçücük bir işinin fiyatı 11 bin lira olurken, daha büyük boyutlu, daha çok uğraşılan bir işin fiyatıysa 7 bin lira çıkmış.
‘Ticari boyut kazanabilir’
Sylvia Kouvali
Sylvia Kouvali’nin sahibi ve direktörü olduğu RODEO Güncel Sanat Galerisi, Eylül 2007’de Tophane’deki Tütün Deposu’nda açılmış. Kouvali, “Burası geleneksel galeri çizgisinden sıyrılan sergilere ev sahipliği yapmayı hedefleyen bir platform; sanatçılar, küratörler ve diğer sanat profesyonelleri için bir buluşma noktası. Bu kişilerin bir araya gelmesi sadece ticari amaçlar doğrultusunda olmak zorunda değil; fakat bu diyalogların sonucunda ticari boyut kazanabilecek işbirlikleri de doğabilir” diyor. RODEO’da şu sıralar Loukia Alavanou’nun kişisel sergisi var. 21 Nisan’da da Can Altay-Iman Issa sergisi geliyor.
‘Galeri de ne, disko yapın!’
Nuran Terzioğlu
Nuran Terzioğlu, Tophane’nin en eski galericilerinden. 1994’te gelmiş buraya. Yokuşun başında olması sebebiyle biraz da Galatasaray’da sayılır aslında. Anlatırken heyecanlı; “O kadar güzel şeyler oluyor ki burada, ben çok mutluyum. 94’te ben galerimin bulunduğu yeri alırken herkes kahkahalarla gülmüştü. Dükkân sahibi hanım, ‘Bir kahvenizi içmeye geleceğim en yakın zamanda ama siz burada olmayacaksınız’ demişti. Kimse inanmadı bana o zaman. Apartmandaki çocuklar, şimdi hepsi evli, çoluk çocuk sahibi, dediler ki ‘Ne yapıyorsunuz?’ Dedim ki ‘Galeri yapıyorum.’ ‘Galeri ne demek?’ dediler, anlattım. Dediler ki ‘Ay, en iyisi siz burayı disko yapın.’ Ta o zamanlardan aklımda, bir gün buraya galericiler gelecek, burası canlanacak fikri vardı. Daha da ilerleyeceğine inanıyorum. Zamanla galeri sayısı da, ziyaretçi sayısı da artacak” diyor. Şu sıralar Bahadır Yıldız’ın ‘Zamansız Aşınma / Untimely Erosion’ adlı sergisine ev sahipliği yapan Galeri Apel’de aynı zamanda 1 Mayıs’a kadar Can Göknil’in ‘Kitap Evi / Book House’ adlı sergisi de görülebilir.
‘Her koldan sıkışmışız’
Derya Demir
Galeri NON, Tophane’nin en yenilerinden, eylül ayında açılmış. Boğazkesen’e deniz tarafından girerseniz solda sizi ilk karşılayacak galeri. Siyah demir kapısı pek fiyakalı. Siyah-beyaz ağırlıklı dekorasyonuyla galeri, işlerden önce göz alıyor zaten. Galeri NON’da 27 Mart’a kadar Güneş Terkol’un ‘Akıntının Tersine Tırmanmaya Çalışıyorlardı’ adlı sergisi var. Sergiye adını da veren ve sanatçının bir rüyasını anlatan video çalışmasının yanı sıra tülbent üzerine suluboya çalışmalar, Terkol’un ‘ayrıksı’ yanını ortaya koyuyor. Bu arada, videonun çok başarılı müziklerinin de Terkol’a ait olduğunu söyleyelim.
Demir, “Tophane sanat merkezi olmasaydı ilginç olurdu zaten” diyor, “Çünkü her koldan sıkışmış durumdayız. Şu kolda Cihangir var, Serdar-ı Ekrem’le Galata’ya bağlanıyoruz, biraz yukarıda İstiklal, Galatasaray, işte masonların olduğu sokak yenilendi. Yani yavaş yavaş zaten buraya doğru kayıyor. Tophane dönüştükçe buraya gelen galeri sayısı da artacak.”
‘Önce duyup tanıyacak’
Azra Tüzünoğlu
Azra Tüzünoğlu’nun sahibi olduğu OUTLET, ‘İhraç fazlası sanat’ sloganıyla 2008’de kuruldu. Kendisini, ‘Sosyal ve kültürel adaletsizliğin bunca derinleştiği bir ortam / zamanda, lüks olarak görülen sanatı, kitlelerle buluşturma girişimidir’ diye tanımladı. PiArtworks’ün, o önce sol sonra sağ yapılan dükkânının kapı komşusu. Öyle ki, söyleşi yapacağımız OUTLET’e Yeşim Turanlı eline telefonunu ve kahvesini alıp gelmişti, ‘komşuya geçer gibi...
Kadirler Yokuşu 69 numarada konuşlanan OUTLET kurulduğundan beri Tophane’yi bir yürüyüş güzergâhı yapmayı amaçlıyordu zaten. Kuruluş manifestosunda “Outlet; İstanbul’un sanat haritasında Beyoğlu’ndan Fındıklı’ya inen aksın, ‘Sanat yürüyüş alanı’ olmasında dönüştürücü bir rol üstlenmeye adaydır” diyordu.
Tüzünoğlu, “Bu projeyi başlatmaktaki amacımız, hemen buraya daha fazla insan gelsin değil. Öncelikle bir farklılık oluşturmak istedik. İnsanlar önce duyacak, tanıyacak, sonra gezmeye başlayacak” diyor. Yani uzun vadeli düşünmekten yana.
Mekânda 10 Nisan’a kadar Servet Koçyiğit’in ‘Under The Counter / Tezgâh Altı’ adlı kurgu fotoğraf sergisi var. Koçyiğit’in işlerinden sonraysa çok ilginç bir koku sergisi olacak galeride. Türkiye’de ilk kez yapılan türden bir sergi bu, mekânda yalnızca kokular olacak. “Nasıl bir koku?” diye sorduğumuzdaysa yanıt şöyle geliyor: ‘Bir Yaz Günü Öğleden Sonra’ kokusu...
Türk sanatçıyı mizahından tanıyın@Sabah
Şimdiye kadar altı farklı ülkede yaşayan ve bunun haricinde de bol bol gezen sanatçı Servet Koçyiğit'in Amsterdam'dan Anadolu'ya farklı izler taşıyan sergisi 'Tezgah Altı', Outlet'te. Koçyiğit, Türk sanatçıların dünyadaki herkesten farklı bir mizahı olduğunu söylüyor
Amsterdam'da yaşayan Servet Koçyiğit'in 'Tezgah Altı'nda biriktirdiği işleri Outlet İhraç Fazlası Sanat'ta izleyiciyle buluşuyor. Sergide sanatçının 12 yıla yayılan bir süreçte ürettiği eski ve yeni fotoğraflarıyla, video, enstalasyon gibi farklı disiplinlerden çalışmaları bir arada yer alıyor. 1971 doğumlu ve Kırşehirli olan Koçyiğit, 15 yıldır pek çok ülkeyi gezmiş. Bu ülkelerle Türkiye'yi karşılaştıran sanatçı, "Bizdeki sanatçıların hepsi uçlarda geziniyor," diyor. Servet Koçyiğit, sergide bulunan fotoğraf çalışmalarının bir kısmını 2005'ten beri, her yıl, Türkiye'nin değişik bölgelerini dolaşarak üretmiş. Bunlar arasında 2008 yılında Hasankeyf'te çektiği fotoğraflar da var. Sergide ayrıca Koçyiğit'in 2004'te gerçekleştirilmesine rağmen İstanbul'da ilk defa gösterilecek olan To Die For adlı videosu ve bu sergi için özel olarak düzenlediği bir enstalasyonu da bulunuyor. Sanatçı, sinema okuma isteğiyle ODTÜ'de mühendislik okumayı bıraktığından beri yani yaklaşık 15 yılı aşkın bir süredir Almanya, Fransa, İsrail, Gürcistan gibi farklı ülkelerde ve halen Hollanda'da yaşıyor ve çalışıyor. 9. İstanbul Bienali kapsamında Deniz Palas'ta tüm bir daireye yayılan bir enstalasyon gerçekleştiren sanatçının Everything isimli çalışması, René Block küratörlüğünde düzenlenen ve halen Tanas Berlin'de devam etmekte olan 'Not Easy to Save the World in 90 days' grup sergisi içinde sunuluyor. Farklı kültürlerde ve farklı ülkelerde çalışmanın etkisi sanatçının tüm çalışmalarını etkilemiş. Bu aynı zamanda ona Türkiye ile Avrupa'daki sanat ortamlarını karşılaştırmak şansını da sunuyor.
- Türkiye'de sergi açmanın Avrupa'dakinden farkı ne?
- Orada herkes çok daha rahat. Benim buradan giderken sıkıntım biraz sistemle ve okullarla da ilgiliydi çünkü bunlar bana uymayan şeyler. Türkiye'de okul çok önemseniyor. Amsterdam'daki okullarda sosyal bilimlerde not yok. Öğrendin mi öğrenmedin mi mesele o. Bir de annesi babası sanatçı olan birçok insan var. Onlar çok iyi bir motivasyonla geliyor. Acayip seviye farkı var, adamlar bizim 400 metre ötemizden koşuya başlıyor, mesafe çok fazla yani çağdaş sanatta. Ama bu bir avantaj olabilir. Avrupa'da orta düzey işler çok, ama onun altı yok. Ama Türkiye'de dengesi yok, çok daha dağınık, tüm sanatçılar uçlarda ya çok iyi ya çok kötü. Bir de kalite sorunu var, kendi seçimin çok kısıtlı. Avrupa'daysa kendin bunu yapabiliyorsun. Daha fazla çağdaş sanatçı var. Amsterdam'da kayıtlı 10 bin sanatçı var. Bu kayıtlı 10 bin sanatçı 1 milyonluk şehirde çok mühim. Bu rakam Avrupa'nın pek çok yerinde de böyle. Bizde hâlâ rakamlar çok düşük. Ha bu önemli mi? Şöyle bir önemi var bin kişi başlıyorsa 10 tanesi çok iyi sanatçı oluyor. Ama 10 kişi başlıyorsa bir kişi.
- Anadolu'da yaptığınız çalışmalar size ne kazandırdı?
- Türkiye'nin sanatla ilgili çalışmalarım için sorunu, hâlâ yayılmamış olması çünkü ben Anadolu'yu gezdiğim zaman, görüyorum ki çıkan işler, orada benim gördüğüm zenginliği göstermiyor. Farklı gruplardan insanlar bu işe katılmıyor. Çıkan tüm işler bir grubun işi. Yani şu İstiklal'de gezen bir grup insan çalışıyor. Çok kısıtlı yapıyor bu da sanatı.
- Sinema eğitimi de almışsınız. Bir gün sinemaya dönüş olacak mı?
- Her şeyimi içine koyacağım bir film çekmek istiyorum. Bir gün eminim o da olur her gün yeni bir şey öğreniyorsun. Her şeyin bir dönemi var çağdaş sanatın da, bizim de bir 10 yıl sonra dönemimiz bitecek büyük ihtimalle. Biz, bir de mizahla çok iç içe büyüdük, Aziz Nesin'le en çok. Türkiye'den her sanatçının çok baskın mizah anlayışı vardır. Her işte bunu rahatlıkla görürsün ve onları hemen ayırt edebilirsin. Mesela Lombak okurduk. Her hafta onu takip etmenin yarattığı bir kültür de vardı şimdi o yok. Yeni mizah dergilerinde onu göremedim. Demek ki her şeyin bir dönemi var ve geçiyor. Sergi, 10 Nisan'a kadar salıdan cumartesiye 10.00-18.30 saatleri arasında Outlet//İhraç Fazlası Sanat'ta görülebilir.
Adres: Boğazkesen Cad. Kadirler Yok. No: 69 Tophane-İstanbul Tel: 0212 245 55 05
Nâzım'a doyamıyorum
"Edebiyat Türkiye'de çok güçlü bir damar, her zaman çok gelişmiş. Ama sanatın aynı ölçüde bir geleneği yok. Ben Türk literatürünü 10-15 yıldır daha az okuyorum, çok takip edemiyorum. Ama her zaman Nâzım Hikmet okurum. Uçsuz sonsuz, Türkçe'yi bu kadar güzel kullanan kimse hâlâ yok ve bence olmaz da artık. Müzikte de Cem Karaca, Erkin Koray dinlerim."
2-3 metrelik işlerimi nereye koyayım?
Bu arada sergi, Koçyiğit'in son aylarda yaptığı çalışmaları maalesef içermiyor. Sanatçı bunun sebebini "Artık 2 ya da 3 metrelik işler üretmeye başladım, büyük çalışmak ayrı bir keyif benim için ama onlar nasıl taşınacak nasıl buraya getirilecek hiç bilmiyorum," diyerek açıklıyor.
13 Mart 2010 Cumartesi
İhraç Fazlası Sanat Tezgah Altında@Hürriyet
Kendisi, 'Ben ucu açık işler yapıyorum, bir imge penceresi açıyorum, isteyen istediği yöne çekiyor' diye açıklıyor yaptığı işleri.
“Hasankeyf’te suların içinde bir çocuğu muayene eden doktor”, “Üzeri beyaz kumaşla kaplanarak zebraya döndürülmüş eşek”, “Üzerine yükünü alarak yola koyulmuş kaplumbağa” Servet Koçyiğit’in Outlet’de sergilenen “Tezgâh Altı” başlığı altında toplanan çalışmalarından birkaçı. Kendisi, “Ben ucu açık işler yapıyorum, bir imge penceresi açıyorum, isteyen istediği yöne çekiyor” diye açıklıyor yaptığı işleri.
Servet Koçyiğit’in “Tezgâh Altı” isimli sergisi 10 Nisan’a kadar salıdan cumartesiye 10.00-18.30 saatleri arasında iki yıl kadar önce bir sivil toplum inisiyatifi olarak ortaya çıkan Outlet/İhraç Fazlası’nda görülebilir. Outlet tam bir alternatif galeri ve genellikle İstanbul dışı hatta ülke dışı çalışan sanatçılara kapılarını açıyor.
Servet Koçyiğit, 17 yıl önce Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde mühendislik eğitimi alırken daha yaratıcı bir şeyler yapmaya karar verip Hollanda’ya gitmiş ve orada sanat eğitimi almış. Şimdi çalışmalarını ve yaşamını Amsterdam merkezli sürdürüyor. Son birkaç yıldır da Türkiye’ye daha sık gelmeye çalışıyor.
Koçyiğit Kırşehirli. “Ben taşradan geliyorum, benim çalışmalarımda kırsal kesim önemli bir yer tutuyor, insan geçmişinden kopamıyor kolay kolay” diyor. Öte yandan İstanbul’daki sanatın çok sıkışmışlığı da onu Türkiye’nin farklı köşelerine sürüklüyor.
Servet Koçyiğit çalışmalarını bir anlamda sosyal antropolojik yöntemleri kullanarak üretiyor. Gittiği bir köyde kasabada ya da kentte bazen günlerce bazen haftalarca kalıyor, bulunduğu yerdeki insanlar da dahil her şey onun çalışmalarının parçası oluyor.
Çalışmalarını “Tezgâh Altı” başlığı altında toplamasının nedenini de “işin içinde illegalite olması ve görülmemiş, saklı olmaları” diyerek açıklıyor. 2003 yılında yaptığı işleri ancak bu yıl ilk kez İstanbul’da sergilenme olanağı buluyor. Türkiye’de ürettiği çalışmalarını başka ülkelerde daha çok sergilemiş.
ARTER’E ESERİNİ YERLEŞTİRİYOR
Koçyiğit yine bugünlerde Ömer Koç’un yakında İstiklal Caddesi’nde açacağı Arter’e bir çalışmasını yerleştiriyor. Güncel sanat yapıtlarının sergileneceği bu mekânı kendisi gibi farklı disiplinleri bir araya getirerek üretenler ve kavramsal sanat yapanlara dönüşüm sağlayacak çok iyi bir gelişme olarak görüyor.
Servet Koçyiğit’e göre Türkiye’de güncel sanat koleksiyonerliğinin başlaması da büyük bir yenilik ve çok olumlu bir gelişme. “Beş yıl önce hayal bile edemezdik, şimdi video, fotoğraf satılıyor” diyor. 2003 yılında yaptığı beş artı bir kopya olarak ürettiği “To Die For” adlı şiirsel video çalışması Ali Koç tarafından satın alınmış.
“To Die For” aslında sosyolojik bir çalışma. “You’ll never walk alone” adlı şarkının etrafında örülüyor. Broadway için 1945 yılında yazılmış olan bu şarkı, yıllar içinde pek çok farklı grup tarafından yorumlanmış, sahiplenilmiş ve el değiştirmiş. İlk kez İkinci Dünya Savaşı’na giden askerlerin arkasından söylenen bu şarkı, daha sonra gay’ler, Hıristiyan gruplar, futbol taraftarları tarafından kullanılmış.
“To Die For” Koçyiğit’in şarkıyla ilgili kendi yorumu. Sanatçı bu çalışmada kendisini oyuncu olarak kullanmış. Yerde uzanırken arka planda, Liverpool futbol stadında canlı kaydedilmiş ve 20.000 kişi tarafından söylenen şarkı duyulmaya başlıyor. Bir süre sonra sanatçı da şarkıya eşlik ediyor ve kalbinden değişik renklerde kanaryalar çıkıp belki de umuda uçmaya başlıyor.
Yapıtlarını, pek çok değişik malzeme kullanarak oluşturan sanatçı yalın bir dille gündelik hayattan yola çıkarak, sıradan şeyleri yeniden kurgulayarak üzerinde bir kez daha düşünmemizi sağlıyor. Servet Koçyiğit çalışmalarında kadının sosyal konumundan modernleşmeye, günlük yaşamın sıradanlığından politikaya kadar pek çok konuya yer veriyor.
2005 yılında 9. Uluslararası İstanbul Bienali’nde Deniz Palas’ın bir dairesinde gerçekleştirdiği “Blue Side Up” adlı “saçlarını süpürge etmek” deyimini hatırlatan düzenlemesinde odaları dolaşan peruktan yapılmış otomatik süpürge ev kadınlarının yaşamındaki kısırdöngüyü çok başarılı bir biçimde anlatıyordu.
İNSANI GÜLÜMSETEN BİR YANI VAR
Koçyiğit’in “kavramsal sanat” olarak adlandırılan çalışmaları ister video, ister fotoğraf ister düzenleme olsun görsel estetik kaygılara da sahip. Ama aynı zamanda insanı gülümseten bir yanı var. Farklı ülkelerde farklı kültürlerde yaşamanın etkisiyle yapıtları yerelden çok evrensel sorunlara odaklanıyor.
Servet Koçyiğit sanat yaşamında 15 yılı geride bırakmış ama on yıl kadar geçimini sağlamak için başka işler de yapmak zorunda kalmış. Dönem dönem Almanya, İsrail gibi farklı ülkelerde sanatçı rezidanslarında yaşamış. Şimdi işlerinin Türkiye’de de satılıyor olması, yapıtlarından para kazanabilmesi onu çok mutlu ediyor.
15 YILDIR DÜNYAYI DOLAŞIYOR
1971 yılında Türkiye’de doğan Servet Koçyiğit, 15 yılı aşkın bir süredir başta Hollanda olmak üzere, Almanya, Fransa, İsrail ve Gürcistan’da yaşamış ve çalışmış. Katıldığı grup sergiler arasında Tanas, Berlin, Almanya (2009); Outlet, İstanbul (2009); Cuvée Bienali, Linz, Avusturya (2008); 27. Sao Paulo Bienali (2006); 9.İstanbul Bienali (2005); Palais des Beaux-arts de Lille, Fransa (2009); Smart Project Space, Amsterdam (2007); Israel Museum, Kudüs (2006); Haifa Museum, Haifa (2006); MuHKA, Antwerp, Belçika (2005); De Appel, Amsterdam (2001); Netherlands Foto Instituut (2001); Wilhelm Lehmbruck Museum, Almanya (2000) sayılabilir.
SANATIN NEFES ALMA ALANI
Outlet, kurucuları tarafından sosyal ve kültürel adaletsizliğin bunca derinleştiği bir dönemde lüks olarak görülen sanatı, kitlelerle buluşturma girişimi olarak tanımlanıyor. Outlet; müzeler, enstitüler, banka galerileri, kurumlar arasında giderek sıkışan sanat ortamı için bir nefes alma alanı yaratmayı ve yenilikçi, risk alabilen projeler gerçekleştirmeyi hedefliyor.
Outlet; Canan Pak, AYK, MAS Matbaası, BenQ, The Point Otel, Beck’s, Coca-Cola, Netcopy Center ve Derin Design’ın sponsorluğuyla Azra Tüzünoğlu tarafından yönetiliyor.
Tophane Art Walk ve Pazar Günü@Grizine
Tophane Art Walk ile neler oluyor?
İlk gerçekleşen etkinlik geçtiğimiz ay oldu. Haritada yer alan galeriler aynı gün aynı saatte sergi açılışı yaptılar. Böylece ziyaretçiler aynı gün birkaç saat içinde birçok galerideki sergiyi görmüş oldular. Sokak alışmadığımız bir şekilde kapı kapı sergi gezen izleyicilerle doluydu. Bu Pazar günü ise ilk defa haritada yer alan tüm galeriler açık olacak, özellikle aynı çalışma saatlerini paylaştığı için diğer galerileri ve kurumları gezme şansı bulamayan sanat insanları ve Cumartesi günleri de çalışmak durumunda olanlar için sergi görmeleri için bir fırsat yaratılacak.
11 Mart 2010 Perşembe
14 MART PAZAR AÇIK!!
6 Mart 2010 Cumartesi
3 Mart 2010 Çarşamba
2 Mart 2010 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)