11 Mayıs 2010 Salı

Anneleri hayatta olanlara Annem ve Baudelaire//Gündüz Vassaf

Pek enderdir ama hepimize olur, bambaşka bir şey düşünürken gözünüzün önüne yılların derinliklerinden adını unutuğunuz tanıdık bir yüz gelir. Durup dururken oyuncaklarınızdan birini hatırlarsınız. Yıkılmış bir semtin görüntüsünde eski mahallenizin tanıdık seslerini duyar, çocukluğunuzun daracık çatı katı penceresine uzanabilmek için ayaklarınızın ucuna bastığınızın heyecanını hissedersiniz. Ve hiçbir şekilde çözemezsiniz hangi çağrışımın sizi birdenbire bu kadar geriye, belleğinizin rahminin sıcacık derinliklerine yolladığını.
Baudelaire, ‘Kötülük Çiçekleri’nde (Le Fleur de Mal), “Renkler, sesler ve kokular çağırışırlar orada” der. Renkler ve sesler tamam da, belleğimizin seçiciliğinde kokuları ne denli yok ettiğimiz aklımdan geçiverdi, annem geçen hafta öldüğünde. Annemin son günlerinde bir daha duyamayacağımı bilerek teninin kokusunu doyasıya koklamaya çalışıyordum.
Oysa albümler dolusu fotoğrafları, yüzerken, kar kürelerken, beni kucağında taşırken filmleri, bandlarda hayatını anlatan sesi, torunlarından da öteye var olacak. Bunları mümkün kılan teknolojiyi geliştiren türümüz, buluşlarını beyinindeki cerebral cortex’in evrimine borçlu.
Baudelaire’in renklerin ve seslerin birbirlerini çağrıştırdığı beynimizdeki yeri türümüzün evrim sürecinde nispeten yeni. Beynimizin daha eski ve en büyük kısmı koku almakla ilgili.
Ne var ki türümüz geliştikçe kokunun önemi azalmış. Kokumuza yabancılaşmışız. Vücutlarımız kokmasın diye yıkanmamız, çağdaş kültürün yeni adetlerinden biri. Et yiyoruz, kasabın kokusuna tahammülümüz yok. Sevişiyoruz, tenimizin kokusunu laboratuvarlarda imal edilmiş parfümlerle gizleyerek.
İnsanın modernleşmesi, bir anlamda da kokuları, koklamayı yok etmesinin, kokunun sansürlenmesinin tarihi.
Sanat da tarihin bir parçası olarak bu kervana katılmış.
Sesleri müziğe, görüntüleri plastik sanatların çeşitli dallarına dönüştürmüşüz. Damağımıza hitab eden lezzetleri yaratanlar var. Sanata dönüşmemiş de olsa, dokunma hazzı sevişme estetiğinin parçası.
Koku sanatın sürgününde.
Oysa yaratıcılıklarını parfüm kokularının buluşlarına vakfeden insanlar asırlardır bu maceralarını sürdürüyor. Bir ‘fıs fıs’la kullanılmış otomobillerin yepyeni kokabilmesini sağlayabiliyoruz. Teknoloji kokuların saklanmasını mümkün kılıyor.
Neden sanatçının yarattığı kokulardan, ya da bildik kokuların yeni kompozisyonlarından oluşan sergiler olmasın? Neden kokular, senfoni orkestrasının seslerinin beynimizde algılanmasının benzer serüvenini yaşatmasın?
Neden bütün duyularımız yeni bir sanatta buluşmasın?
Günün birinde belki kokular da sarmalar annelerimizin renk ve seslerinin çarıştırdığı geçmişimizi.
*18 Ekim, 1998

Hiç yorum yok: