26 Mayıs 2010 Çarşamba

Problemli Manzara@Cumhuriyet


Kaldırım taşları, kimisi yerinde, kimisi yerinden sökülmüş… Belki fırlatılmayı bekliyor belki de tamir edilmeyi… Hakan Kırdar’ın Outlet İhraç Fazlası Sanat Merkezi’ndeki “Problemli Manzara” sergisi, bize kente bakmayı öneriyor. Sözü edilen görmekle sınırlı bir bakma eylemi değil, siyasal, ekonomik, içsel bir algılama sürecinden bahsediyor Kırdar. Biz de Hakan Kırdar’la problemli manzaralar üzerine konuştuk… Oraya kadar gitmişken, Merkez’de onunla eşzamanlı gösterilen, Merve Şendil’in “Üç Şehrin Hikâyesi” sergisini de gezmeyi unutmayın.

- Sanatçılar genelde göze hoş gelen manzaraları yansıtırlar işlerine. Problemli manzaralar üzerine bir çalışma yapma fikri nasıl gelişti?

- Toplumda sanatla ilgili birçok klişe mevcut. Bu klişelerin başında da, manzara resminin hoşa gitmesi gerektiği yargısı geliyor. Benim derdim, hoşa gidecek manzaraları yeniden üretmekten çok, zaten gözümüzün önünde duran problemli manzaraları açığa çıkarmaktı. Serginin temeli aslında Batı’da çok zaman önce tartışmaya açılmış, Türkiye’de ise 80’den sonra konuşulan ancak hâlâ net karara bağlanamamış kamusal alan/kamusal mekân konusunu son derece yalın bir biçimde ele almaktı. Benim bu meseleye yaklaşımım, sokağın fiziksel dokusuna son derece yakından bakarak aslında o yakınlığın içerdiği problemleri görünür kılmaktı.

- Neler bu problemler? Kente bakmaya başlayınca ne gibi problemler gördünüz?

- Resimlere yansıyan problemleri mecazi olarak anlamlandırmayı tercih ediyorum. Bunları mikro ve makro ölçekte değerlendirebiliriz. Mikro ölçekte bakarsak, yollarımız ve kaldırımlarımız da güncel politik ortamımız gibi. Ya kaldırım taşları ustaca dizilmemiştir, kırık ve dağılmıştır, zemin çökmüştür, ızgaranın demiri eğrilmiştir, kopmuştur ya da bitmek bilmeyen bir yıkma-yeniden yapma sürecine şahit olursunuz. Bizde neden siyasi bir skandalda ya da seçim yenilgisinde Batılı politikacılar gibi normal yolla istifa eden kimse yok? Bu ikisinin birbiriyle son derece ilişkili olduğunu düşünüyorum. Makro ölçekte ise, bu problemlerin ülke ve medeniyetimiz adına bir sistem sorununa işaret ettiğini söyleyebilirim. Gelenek / modernleşme ve çağdaşlık Türkiye’nin Osmanlı’dan devraldığı, hâlâ önünde duran ve çözmeye çalıştığı en temel mesele. Bu yüzden, güçlü bir imge olduğu için serginin öznesi de, nesnesi de kent.

- Niye bize bu manzarayı göstermek için fotoğrafı değil de, gerçeğinden ayırt edilemeyecek bir resim anlayışını tercih ettiniz?

- Tercihim tamamen sanatsal dil ile ilgili. Fotoğraf daha nesnel bir dil. Oysa resmin halen öznel olduğunu ve resim yoluyla çok daha kişiye özel bir dil kurulduğunu düşünüyorum. Resmin biricikliği, gerçek anlamda kopyalanamaz olması da bir tercih sebebi benim için. Aslında resimlerimin fotoğrafik bir algıyı da kışkırttığını görebilirsiniz. Gerçekçi tarzı neden tercih ettiğime gelirsek, toplum olarak bu coğrafyadaki kültürlere ve yaşadığımız topraklara ilişkin sahiplenme, sahip olma ve aidiyet ilişkisi bağlamında bir problem yaşadığımıza inanıyorum. Yaşadığımız gerçeklikler ile gerçeklik algımız arasında bir kopukluk hissetmem, beni gerçekçi bir tarza yöneltmiş olabilir.

- Yere bakmak, biraz içe dönmeyi de getirir...

- Haklısınız. Mahcup olduğumuzda önümüze, yere bakarız. İçe kapanmak gibi. Serginin öznesi kent ise gizli öznesi de ben’imdir herhalde. Kentte dolaşırken, bir tür dışa açılırken aslında içime, içimize bakmaya, içe dönmeye çalıştım sanırım. Bir yandan da hayata dair temel sorunların cevaplarını aramaya devam ettim. Yolda yürürken, kaldırımlardan iner çıkarken dengemizi korumak için sık sık yere bakma gereksinimi duyarız. Bastığınız zemin, kaldırım taşları... Sonra kentin ızgara ve rögar kapaklarının altındaki göremediğiniz bir uzantısının olduğunu fark ediyorsunuz. Daha sonra öğrenilmiş bir edim olarak yere bakmaya devam ediyorsunuz. Bir farkındalık oluştuğu için de daha bir dikkatli bakıyorsunuz artık. Benim amacım bu doğal yollardan başlayıp gelişen deneyimi paylaşmak.

- Sokaklar ve kaldırım taşları, politik açıdan da önemli yapı taşlarıdır... Yaptığınız çalışmaların böyle çağrışımları da var mıydı sizin için?

- Tabii ki var. Sokaklar, Batı ve bizim gibi takip eden modernleşmelerde, kentsoylulaşma sürecinin bir sonucu olarak oldukça politize olmuştur. Bu yüzden sokak, kamusal bir mekân olarak bir bellek de sunmaktadır. 68’in ünlü sloganını hatırlayın: “Kaldırım taşlarının altında plaj var”. Kamuyu, kaldırım taşlarını sökmeye götürecek denli güçlü bir çağrıydı bu. Sokaklar, aynı zamanda, geçmişte ve bugün iktidar/vatandaş etkileşiminin en yoğun yaşandığı mekânlar. Kaldırım taşlarının silaha dönüştüğü sokak savaşları daha dün yaşanmış gibi belleklerimizde ve yarın bu savaşlar tekrar yaşanabilir. Sergide yerinden sökülmüş ve fırlatılmaya hazır kaldırım taşlarından oluşan bir resim serisi mevcut.


Esra AÇIKGÖZ
Cumhuriyet Dergi / 23.05.2010

Hiç yorum yok: